GİRİŞ
Uluslararası hukukun önemli konularından biri de karşı önlemlerdir. Temel uluslararası hukuk kişisi
olan devletlerin maruz kaldıkları ihlâller karşısında aldıkları tedbirler olan karşı önlemler içinde en
dikkat çekici olanı ise zararla karşılıktır. Zararla karşılık, aşağıda da ifade edileceği üzere, maruz kalınan
ihlâle hukuka aykırı bir yolla karşılık vermek anlamına gelmektedir. Kökeni itibarıyla oldukça
geriye uzanan ve dönüşerek gelişen bu kavram, eylemin tek başına hukuka aykırılık niteliği taşıması
sebebiyle her dönem tartışmalara konu olmuştur. Özellikle Birleşmiş Milletler (BM) Şartı ile birlikte
kesin ve açık bir hukuka aykırılık olarak kabul edilen kuvvet kullanma yolu ile zararla karşılık verilip
verilemeyeceği konusu, adı geçen tartışmalarda ciddi bir yer tutmaktadır.
Üçüncü yılını tamamlamış olan Rusya Federasyonu (RF)-Ukrayna Savaşı, önemli gelişmeleri beraberinde
tetiklemiş ve sadece savaşa taraf devletleri değil bölgesel ve küresel düzeyde pek çok tarafı
ilgilendiren tartışmaları da başlatmıştır. Bütün bu süreç boyunca savaşın uluslararası hukuk boyutu da
değişik açılardan tartışmalara konu olmuştur. Ukrayna’nın ve RF’nin kendi açılarından ileri sürdükleri
tezler, silahlı çatışmanın başlamasıyla birlikte daha da yaygın bir şekilde uluslararası toplumun gündemine
girmiştir. Tarafların kendi tezlerini bilinir kılma ve uluslararası toplum nezdinde meşruiyet
kazanma çabası da paralel bir şekilde artmıştır. Bu bağlamda, tartışılan konular içinde çok yer bulan
ancak uluslararası hukuk boyutu ve özellikle karşı önlem çerçevesinde, pek dikkate alınmayan konulardan
biri de Ukrayna’nın Kursk’ta yaptığı askerî harekâttır.
Her şeyden önce Kursk Harekâtı, savaşın devam ettiği süre boyunca en büyük sürprizlerden birini
teşkil etmiştir. Taraflar arasındaki güç dengesi dikkate alındığında, savaşın Ukrayna içinde devam
etmesinin beklenmesi sebebiyle bu harekât, beklenmedik bir hamle olarak nitelendirilmiştir. Ukrayna’nın
RF’nin sınırları içinde yer alan bir bölgeye harekât yapması ve bölgeyi kısmen ele geçirmesi,
savaşın seyri bakımından yeni bir aşamayı da başlatmıştır. Bu sebeple aşağıda, Ukrayna’nın Kursk’ta
gerçekleştirdiği harekât ve ele geçirdiği bölgeler, zararla karşılık kavramı çerçevesinde değerlendirilecektir.
Söz konusu değerlendirmede, doğrudan doğruya zararla karşılık kavramının özü ve ana hatları
esas alınacak; bir kuvvet kullanma yöntemi olmakla birlikte silahlı çatışmalar hukukundan bağımsız
olarak, hukuka aykırı bir yol niteliğindeki Kursk’un ele geçirilmesinin bir zararla karşılık yolu kabul
edilip edilemeyeceği üzerinde durulacaktır. Silahlı çatışmalar hukukunda, kuvvet kullanmanın meşru
olup olmamasından ziyade, silahlı çatışmaların nasıl ve hangi yöntemlerle yürütülmesi gerektiği esas
alındığından, konunun bu boyutuna yer verilmeyecektir.
I. ZARARLA KARŞILIK KAVRAMI
Zararla karşılık kavramı temelde, bir devletin başka bir devlet aleyhine gerçekleştirdiği hukuka
aykırı bir fiile karşılık olarak, hukuka aykırılığa maruz kalan devletin uluslararası hukuka aykırı bir fiil
ile hukuka aykırılığı gerçekleştiren devlete mukabele etmesidir1. Böylesi bir durumda, her iki devletin
fiili de hukuka aykırı olmakla birlikte, hukuka aykırılığa maruz kalan ve hukuka aykırı bir karşılık
veren devletin fiili, meşru bir nitelik kazanmış olmaktadır2. Zararla karşılık eylemi, tek başına hukuka
aykırı olup mazur görülemezken hukuka aykırı bir eylemi sona erdirmek üzere icra edilmesi sebebiyle
meşru kabul edilmektedir3. Burada hukuka aykırılığa maruz kalan devlet, söz konusu durumu telafi
etmek üzere meşru araçlar kullanarak kendi çözümünü üretmektedir. Bir çözüm üretirken de uluslararası
hukukun ihlâl edilmesi sebebiyle kendisini mağdur olarak kabul etmekte ve karşılık verirken maruz
kaldığı oranda bir hukuka aykırı eylem gerçekleştirmektedir. Karşılık olarak verdiği hukuka aykırılıkta
ise maruz kaldığı ihlâlin aynı kurala ilişkin olup olmamasını dikkate almamakta, nitelik olarak
eşit bir mukabelede bulunmaktadır. Karşılık veren devletin amacı, hukuka aykırılığı yaratan devleti,
uluslararası hukukun sınırları içine çekmektir4. Bir başka deyişle zararla karşılık veren devlet, kendisine
yönelen uluslararası hukuka aykırılığı sona erdirme ve tekrarlanmasını engelleyerek hukuka uygun
davranılmasını sağlama amacıyla uluslararası hukuka aykırı bir yol kullanmaktadır5. Bu yönüyle bakıldığında
zararla karşılık kavramı, uluslararası hukukun genel mantığından sapan bir nitelik taşımaktadır
zira uluslararası hukukta yaşanan gelişmelere rağmen zararla karşılık kavramının mantığı, uluslararası
hukukun günümüzdeki yerleşik doğasının aksine bir vasfa sahiptir ve bu sebeple konuyla ilgili
tartışmalar devam etmektedir.
Zararla karşılık verilmesi durumunda, doğal bir sonuç olarak, ilk hukuka aykırılığı gerçekleştiren
devlet bakımından sorumluluk ortaya çıkarken zararla karşılık veren devlet bakımından sorumluluk
doğmaz. Zira zararla karşılık veren devlet, diğer devleti hukuka aykırılıktan vazgeçirmek amacıyla
hukuka aykırı bir fiil icra etmiştir7. Zararla karşılık veren devletin temel amacı, ihlâli gerçekleştiren
devletin eylemini son vermeye sevk etmek ya da söz konusu devleti cezalandırmak veya her iki amaca
da birlikte ulaşmaktır8. Dolayısıyla zararla karşılık veren devletin eyleminin meşru kabul edilmesindeki
amaç, hukuka aykırılığı gerçekleştiren devleti, uluslararası hukuka uygun hareket etmeye zorlamaktır9.
Zararla karşılık kavramı, uygulamada oldukça eskiye dayanmaktadır. Kökleri daha geriye götürülebilirse
de bugünkü anlamına yakın uygulaması, 13. yüzyılda belirginleşmeye başlamıştır. Devlet
örgütlenmesi nispeten daha iyi olan Avrupalı devletler, kendi vatandaşları arasında gerçekleşen ve
zarara yol açan olaylar karşısında, telafi edici yöntemlerin devlet eliyle uygulanması yönünde çaba
sarf etmişlerdir. Bir yandan kargaşaya yol açma tehlikesi, öte yandan ilkel yöntemlerin uygulanıyor
olması sebebiyle kişilerin kendi arasındaki telafi yöntemlerinden ziyade, devlet eliyle çözüm getirilmesi
tercih edilmiştir ki bu yollarından biri de zararla karşılıktır. Kişilerin kendi iradesiyle karar verdikleri
bir zorlama yolu olan zararla karşılıkta da adil olmayan sonuçların ortaya çıkması sebebiyle
devletler, zararla karşılık yoluyla ilgili düzenlemelere gitmiştir. Genellikle zorla el konulan malların
devlet eliyle geri alınması, istisnaî de olsa zorla alıkonulan kişilerin de devlet eliyle özgürlüğüne kavuşturulması
şeklinde uygulamalar yapılmıştır10.
Orta Çağ’da zararla karşılık, yalnızca bir devletin sınırları içinde ortaya çıkan bir çözüm yöntemi
olmaktan çıkıp iki farklı devletin vatandaşları arasındaki ihtilaflar sebebiyle de uygulanan bir telafi
yolu olmuştur. Orta Çağ’daki baskın anlayış olan kolektif sorumluluğun bir izdüşümü niteliğinde,
yalnızca sorumlu olan vatandaşın değil bağlı olduğu prensin bütün tebaasına teşmil edilebilen bir tazmin
yöntemi mahiyeti de taşımaktadır. Burada amaçlanan ise tüm toplumu sorumluluğa ortak ederek
hatalı davranışları ya da tutumları engellemektir. Böylesi bir yaklaşım da herhangi bir dahli olmayan
vatandaşlar nezdinde, bir tepkiye yol açmış ancak belli bir süre, söz konusu gerekçeyle uygulaması
4 KALSHOVEN, Frits: “Belligerent Reprisals”, Military Law and Law of War Review, 1973, Cilt 12, Sayı 2, s. 265.
5 KESKİN, Funda: Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları,
Ankara, 1998, s. 94-95; EREN, M. Yusuf: “Uluslararası Hukukta Savaşa Varmayan Kuvvet Kullanma Yolları”, İnönü Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi, 2012, Cilt 3, Sayı 2, s. 236.
6 BASALOU, Oliver: “The History of Reprisals up to 1945: Some Lessons Learned and Unlearned for Contemporary International Law”,
Military Law and Law of War Review, 2010, Cilt 49, Sayı 3-4, s. 337-338.
7 BİLSEL, Cemil: Devletler Hukuku, Birinci Kitap (Devletler), Kenan Basımevi ve Klişe Fabrikası, İstanbul, 1941, s. 322.
8 GAETA / VINUALES / ZAPPALA, s. 296.
9 ÜNAL, Şeref: Uluslararası Hukuk, Yetkin Yayınları, Ankara, 2005, s. 309; BOZKURT, Enver / POYRAZ, Yasin / ERDAL, Selcen:
Devletler Hukuku, 12. Baskı, Legem Yayınevi, Ankara, 2023, s. 271.
10 MacCOBY, Simon: “Reprisals as a Measure of Redress Short of War”, The Cambridge Law Journal, 1924, Cilt 2, Sayı 1, s. 60.
782 Bahadır Bumin ÖZARSLAN
devam etmiştir. İki farklı prense tâbi vatandaşlar arasındaki uyuşmazlıklarda zararla karşılık yönteminin
kolektif sorumluluğu kapsar şekilde uygulanması, zaman içinde yeni riskler yaratması sebebiyle
sorgulanmaya başlamış; özellikle zararla karşılığa maruz kalan kişilerin ya da grupların intikam saikiyle
hareket etmesi sonucunda savaş çıkması tehlikesinin belirmesi, ciddi bir tehdit olarak algılanmıştır11.
17. yüzyılın sonuna gelindiğinde, zararla karşılık yöntemi Orta Çağ’daki uygulamasından farklılaşmıştır.
Yukarıda işaret edilen gerekçelerin yanında, deniz alanlarının daha iyi korunabilir hâle gelerek
korsanlığın neredeyse sona erdirilmesi, yabancılara karşı belirgin ayrımcılıkların kaldırılmış olması
ve genel olarak adaletin daha iyi tesis edilmeye başlanması gibi sebeplerle zararla karşılık, biçim
değiştirmiştir. Deniz ticaretinin gelişmesi, dış ticaret içinde önemli bir yer tutması ve armatörlerin
mallarına sebepsiz yere el konulması gibi uygulamaların devletler bakımından zarar doğurması da bir
başka önemli sebep olarak dikkat çekmektedir. Nitekim deniz ticaretinde önemli bir devlet olan Hollanda,
diğer devletlerle yaptığı antlaşmalarda, zararla karşılık yönteminin uygulanmaması yönünde
hükümlerin yer almasını tercih etmiştir. Bununla birlikte, zararla karşılık yöntemi tamamen kaldırılmamış
ve varlığını korumuştur12.
Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte bir kriz dönemine giren uluslararası hukuk, savaş
sonrasında ise bir dönüşüm sürecine adım atmıştır. Özellikle kuvvet kullanımının sınırlandırılması ve
meşru kuvvet kullanımı ile gayrimeşru kuvvet kullanımı arasında bir ayrıma gidilmesi çabası, önem
taşımaktadır. Savaşın yasaklanması, kolektif güvenlik sisteminin kurulması gibi fikirler, daha ön plana
çıkmıştır. Her ne kadar İkinci Dünya Savaşı’nın çıkışına engel olunamasa da ortaya çıkan daha büyük
tahribat sebebiyle ve üçüncü bir dünya savaşını önlemek amacıyla yeni tedbirler alınması yoluna gidilmiş;
BM’nin kuruluşu ve kuvvet kullanımının yasaklanması ile birlikte getirilen muhtelif sınırlandırmalar
yoluyla uluslararası hukuk da yeni bir aşamaya geçmiştir. Bu bağlamda, savaşa varmayan
tedbirler ve devletlerin uygulayacağı yaptırımlar ile alacağı önlemler de önem kazanmıştır13. Zararla
karşılık kavramı bakımından meseleye yaklaşıldığında, BM’nin kuruluşundan önce kendisine yönelen
hukuka aykırılık durumunda, her devletin hayatî çıkarlarını koruma amacıyla zararla karşılık verme
hakkı bulunduğu fikri, yaygın bir kanaat niteliği taşımıştır. BM’nin kuruluşu sonrasında ise zararla
karşılık verme yönteminden önce barışçı çözüm yollarının denenmesi gerektiği fikri, daha ön plandadır.
Bununla birlikte, BM Şartı’nda zararla karşılık verme yolu, açıkça yasaklanmamış; dolayısıyla
aşağıda sıralanan şartları taşıması kaydıyla meşru kabul edilmiştir14.
Yukarıda işaret edilen gelişmelerin zararla karşılık kavramına da etkisi olmuş ve 20. yüzyılın ilk
çeyreği itibarıyla zararla karşılık kavramıyla ilgili bazı temel hususlar, yerleşik bir hâl almıştır. Her
şeyden önce savaşa varmayan bir ölçüde, uğranılan zararın telafisi için çağrı yapılmak ve adı geçen
çağrıdan sonuç alamamak kaydıyla bir devlet, zararla orantılı bir karşılık verebilecektir. Hukuka aykırı
bir nitelik taşıyan bu karşılık, adaleti sağlamak amacıyla ve tatmin edici bir çözüme zorlamak için
yapılacaktır. İstisnaî mahiyet taşıyacak olan zararla karşılık, gerçekleştiren devlet bakımından haklı
görülse bile başka devletler tarafından hukuka aykırı kabul edilebilecektir. Bu sebeple zararla karşılık
yönteminin uygulanmasında, hassasiyet gösterilecektir15.
Zararla karşılık kavramı günümüzde, yukarıdaki gelişmelerin bir sonucu olarak, uluslararası hukuka
aykırılıkla muhatap olan devletin adaleti tesis etmek üzere kendi iradesiyle harekete geçmesi ve
hukuka uygunluğu sağlamak için, normal şartlarda hukuka aykırı kabul edilen bir eylemle karşılık
vermesi olarak anlaşılmaktadır. Aslında karşı eyleme geçen devlet, hukuka uygun davranma yoluyla
11 MacCOBY, s. 61.
12 MacCOBY, s. 64-65; BASALOU, s. 342-343.
13 KUNZ, Josef L.: “Sanctions in International Law”, The American Journal of International Law, 1960, Cilt 54, Sayı 2, s. 326-329.
14 LEISER, Burton M.: “The Morality of Reprisals”, Ethics, 1975, Cilt 85, Sayı 2, s. 159-160.
15 MacCOBY, s. 68-69.
Zararla Karşılık Kavramı Çerçevesinde Ukrayna’nın Kursk Harekâtı 783
Cilt: 11 • Sayı: 2 • Temmuz 2025
bir mukabelede bulunarak misilleme16 yolunu tercih edebilecekken hukuka aykırı bir eylem yoluyla
karşılık vermiş olmaktadır. Bununla birlikte, hukuka aykırılığa maruz kalma sebebiyle kendi hukuka
aykırı fiili, meşru kabul edilmektedir. Söz konusu meşruiyet ise temelini, özellikle maruz kalınan hukuka
aykırılıktan almaktadır17. Bir başka deyişle normal şartlar altında, zararla karşılık eylemine maruz
kalan devlet, herhangi bir hukuka aykırılık gerçekleştirmemiş olsaydı, kendisine yönelen eylem hukuka
aykırı kabul edilebilecek bir eylemdir ve eylemi gerçekleştiren devlet de sorumluluk altına girer18.
Zararla karşılık, hukuka aykırı bir karşılık verilmesi sebebiyle yeni hukuka aykırılıklar doğurma
ihtimâlinden kaynaklı olarak tartışmalı bir yöntem olmakla birlikte, hukuka uyulmasını sağlama amacına
binaen meşru kabul edilmektedir. Bunun yanında, hukukun ileri derecede ihlâline son verme
amacıyla yapılıyor ve kullanılabilecek başka bir araç bulunmuyor ise o takdirde, daha güçlü bir meşruiyete
sahip olmaktadır19. Ayrıca zararla karşılık yöntemi, özünde bir hukuka aykırılık barındırsa da
savaş gibi bir yola göre daha tercih edilebilir ve sınırlı bulunduğu için daha kabul edilir bulunmaktadır20.
Hukuka aykırı doğası gereği tartışma yaratsa bile şartlarını taşıması hâlinde meşruluğunu koruyan
zararla karşılık, son veya tek çare olduğu durumlarda ise çok sağlam bir meşruiyet zeminine dayanmış
olmaktadır.
Zararla karşılık yönteminin uygulanabilmesi için aşağıda işaret edilen şartların karşılanması gerekir.
Uygulamada, bu şartların yerine gelip gelmediğini takdir edecek olan, devletin kendisidir. Dolayısıyla
kendisine yönelen hukuka aykırılığa, buna karşılık alacağı karara ve uygulayacağı zararla karşılık
yöntemine ilişkin değerlendirme, söz konusu devlete aittir. Bu yönüyle de bazı sakıncaların ve tehlikelerin
belirme ihtimâli söz konusudur21. Dolayısıyla bir devlet tarafından başka bir devlete yönelen eylemin
hukuka aykırı olup olmadığına ilişkin kararı verecek olan bir üstün otorite olmaması sebebiyle
kararı verecek ve hukuka aykırılık tespitini yapacak olan, eyleme maruz kalan devlettir22. Görüldüğü
gibi zararla karşılık yöntemine ilişkin şartlar, uygulamada işleyen karar alma süreci ve bahsi geçen
ihtimâllerin varlığı temelde, uluslararası hukuktaki üstün otorite yokluğunun ve uluslararası toplum
üyeleri arasındaki egemen eşitliğin doğal bir sonucu ve bir başka örneğidir.
Anlaşılacağı üzere zararla karşılık, bir devletin sınırları içindeki ilişkilerde uygulanmaya başlanmış;
zaman içinde devletler arasındaki ilişkilerin gündemine girmiş ve savaşa varmayan bütün zorlama
yollarını karşılar bir anlam kazanmıştır. BM dönemi öncesinde de belirli şartların arandığı bir derinliğe
ulaşmıştır. Buna göre zararla karşılığın meşru kabul edilebilmesi için dört temel şart bulunmaktadır.
Bunlardan ilki, bir devlete karşı hukuka aykırı bir fiilin gerçekleşmiş olmasıdır. İkinci olarak hukuka
aykırı fiilin sona ermesi ya da telafi edilmesi talebinin hukuka aykırı fiili gerçekleştiren devlet tarafından
kabul edilmemiş olması; üçüncü olarak hukuka aykırı fiile maruz kalan devletin, maruz kaldığı
fiille orantılı bir karşılık vermesi gerekir. Son olarak zararla karşılık niteliğindeki fiil, üçüncü taraflara
zarar vermemelidir23. Bahsi geçen şartların tamamı karşılanmalıdır. Şartlardan birinin eksik olması
16 Maruz kalınan hukuka aykırılık karşısında, hukuka uygun bir yolla karşılık verme anlamına gelen bir karşı önlem olan misillemeyle ilgili
örnek olarak bkz. OPPENHEIM, s. 42-44; LE FUR, s. 470-472; BERKİ, s. 124-125; MERAY, s. 412-413; GAETA / VINUALES /
ZAPPALA, s. 298-299; SHAW, s. 1128-1129; PAZARCI, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, 3. Kitap, 7. Baskı, Turhan Kitabevi,
Ankara, 2023, s. 209-212; BOZKURT / POYRAZ / ERDAL, s. 270-271; DOĞAN, İlyas: Devletler Hukuku, 4. Baskı, Astana Yayınları,
Ankara, 2020, s. 152-153.
17 OPPENHEIM, s. 45-46. Aynı yönde bkz. DOĞAN, s. 153-154. BOZKURT / POYRAZ / ERDAL ise zararla karşılık eyleminin hukuka
aykırı kabul edilmemesi gerektiğini zira ilk eylemin hukuka aykırı olması münasebetiyle verilen karşılığın hukuka aykırı olmaktan çıktığını,
zaten hukuka aykırı bir eylemden hak doğmayacağını ve bu sebeple eylemin ilk andan itibaren hukuka uygun olarak kabul edilmesi
gerektiğini vurgulamaktadır. Bkz. BOZKURT / POYRAZ / ERDAL, s. 271, 72 numaralı dipnot.
18 GAETA / VINUALES / ZAPPALA, s. 296.
19 LE FUR, s. 478.
20 BİLSEL, s. 321.
21 SUR, s. 297-298. Aynı yönde bkz. ÜNAL, s. 310.
22 ERDAL, Selcen: “Uluslararası Hukukta Karşı Önlemler ve Akçakale’de Yaşananlar”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,
2014, Cilt 22, Sayı 1, s. 17.
23 LÜTEM, s. 660-668; MERAY, s. 414-415. Bu şartların ortaya çıkmasında, çok önemli bir hakemlik mahkemesi kararı bulunmaktadır.
Alman-Portekiz Hakemlik Mahkemesi’nin 31.07.1928 tarihli ve “Nauliaa Davası” olarak bilinen kararın tam metni için bkz. BM Resmî
784 Bahadır Bumin ÖZARSLAN
durumunda, zararla karşılık yöntemini icra eden devletin fiili, meşru olmaz ve o devlet bakımından
uluslararası sorumluluğun doğması söz konusu olur24. Aşağıda, bu şartlar ele alınacaktır.
A. Hukuka Aykırılık
Zararla karşılık verilebilmesi için temel şart, bir devletin hukuka aykırı bir fiile maruz kalmasıdır25.
Bir başka deyişle gerçekleştirilecek zararla karşılık önleminin hedefi olan devlet, hukuka aykırı bir eylem
gerçekleştirmiş; yani ilk hukuka aykırılık, zararla karşılığın hedefi olan devlet eliyle yapılmış olmalıdır26.
Hukuka aykırılık ise geniş bir ölçekte değerlendirilmelidir. Uluslararası hukuka aykırı bütün eylemler,
bu kapsama girer. Antlaşma hükümlerine uymama, devlet ülkesine yönelik saldırı, devletin şerefinin
ve saygınlığının ihlâli gibi değişik türde hukuka aykırılıklar, zararla karşılık çerçevesi içinde düşünülebilir27.
Devlet, kendi yükümlülüklerine aykırı bir eylemle bu yolu hayata geçirebileceği gibi yükümlülüklerini
yerine getirmeme şeklinde bir yol da izleyebilir. Herhangi bir yöntem ya da belirli bir dizi
önlem uygulanması gerektiği yönünde bir düzenleme olmadığı için zararla karşılık veren devlet, herhangi
bir yolu tercih edebilir. Hatta daha önce uygulanmamış bir yöntemi de icra edebilir28.
Zararla karşılık verme yönteminin izlenebilmesi için ortada, bir hukuka aykırılığın olması gerekir.
Eğer herhangi bir hukuka aykırılık söz konusu değilse diğer devletin zararla karşılık verme yöntemini
kullanması mümkün olmayacaktır29. Hukuka aykırılık kabul edilemeyecek bir fiil karşısında, zararla
karşılık verme yolunu seçen devletin gerçekleştirdiği önlem, o devlet bakımından sorumluluğun doğmasına
yol açar30. Zira ilk hukuka aykırılığa karşı gerçekleştirilen türde bir niteliği olmayan ve hukuka
aykırı olan bir eylem, öncesinde bir hukuka aykırılık bulunmadığı için başlı başına hukukun ihlâli
anlamına gelir ve sorumluluk gerektirir.
Zararla karşılığa konu olan hukuka aykırı fiilin devletler arasında gerçekleşmesi gerekir. Bir başka
deyişle hukuka aykırı fiili gerçekleştiren devlet, söz konusu fiili bir başka devlete yöneltmiş olmalıdır.
Devletler arasındaki resmî ilişkilerden kaynaklanmayan ve şahıslar arasındaki ilişkiler, zararla karşılık
için gerekçe teşkil etmez31. Ortaya çıkışında şahıslar arasındaki ilişkilerin etkili olduğu zararla karşılık,
günümüzde devletler arasındaki ilişkilerle sınırlı olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda, devleti temsile
yetkili organların ve kişilerin gerçekleştirdiği hukuka aykırı fiiller, bir başka devlete yani o devleti
temsile yetkili organlar ile şahıslara yönelmelidir. Devleti temsile yetkili organlar ve kişiler arasındaki
bu durum, resmî nitelik taşıyan ilişkiler için geçerli olacaktır. Kişilerin kendi aralarındaki gayriresmî
ve özel ilişki modelleri, bu durumun dışında kalacaktır.
B. İhlâlin Devam Etmesi
Zararla karşılık eyleminin hayata geçirilebilmesi için hukuka aykırılığın devam etmesi gerekmektedir.
Hukuka aykırılığa maruz kalan devlet, zararla karşılık önleminin hedefi olacak devlet nezdinde,
İnternet Sayfası (https://legal.un.org/riaa/cases/vol_II/1011-1033.pdf, ET: 20.03.2025). Kararla ilgili olarak bkz. BİLSEL, s. 322; LÜ-
TEM, s. 664-665; MERAY, s. 414-415; PAZARCI, s. 213-214; MITCHELL, Andrew D.: “Does One Illegality Merit Another? The Law
of Belligerent Reprisals in International Law”, Military Law Review, 2001, Cilt 170, s. 156, 158-159; ERDAL, s. 16-18; DOST, Süleyman
/ KORKMAZ, Zehra: “Savaşa Varmayan Zorlama Yolu Olarak Zararla Karşılık ve Bazı Uygulamalar”, Süleyman Demirel Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi, 2015, Cilt 5, Sayı 2, s. 120-123; GAETA / VINUALES / ZAPPALA, s. 296-297. Ayrıca Devletler Hukuku
Enstitüsü’nün 1934 yılında Paris’te yaptığı toplantıda da zararla karşılık kavramının şartları bakımından belirli saptamalar yapılmıştır.
Ayrıntılı bilgi için bkz. MERAY, s. 415, 20 numaralı dipnot.
24 DOST / KORKMAZ, s. 123.
25 PAZARCI, s. 213; POYRAZ, Yasin / İPEK, Aydın: “Uluslararası Hukukta Savaşa Varmayan Kuvvet Kullanımı”, Mevlana Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi, 2013, Cilt 1, Sayı 1, s. 206; EREN, s. 236.
26 FALK, Richard A.: “The Beirut Raid and the International Law of Retaliation”, American Journal of International Law, 1969, Cilt 63,
Sayı 3, s. 431; BOWETT, Derek: “Reprisals Involving Recourse to Armed Force”, American Journal of International Law, 1972, Cilt
66, Sayı 1, s. 3.
27 LÜTEM, s. 660.
28 KESKİN, s. 95.
29 KESKİN, s. 96; EREN, s. 238-239; ERDAL, s. 16.
30 MERAY, s. 415.
31 LÜTEM, s. 661-662.
Zararla Karşılık Kavramı Çerçevesinde Ukrayna’nın Kursk Harekâtı 785
Cilt: 11 • Sayı: 2 • Temmuz 2025
devam eden hukuka aykırılığın giderilmesi için öncelikle çaba sarf etmelidir32. Bu bağlamda hukuka
aykırı bir eyleme maruz kalan devlet, bahsi geçen hukuka aykırılığın sona erdirilmesi yönündeki taleplerine
karşılık bir cevap alamamış ya da tatmin edici bir çözüm elde edememiş; bir başka deyişle uluslararası
hukuka aykırı bir eyleme maruz kalan devlet, hukuka aykırılığın giderilmesi yönündeki taleplerinden
doyurucu bir karşılık görmemiş olmalıdır33. Öte yandan hukuka aykırılığı gerçekleştiren devlet,
hukuka aykırılığa son verirse ya da zararın doğması durumunda, hukuka aykırılığa muhatap olan
devletin zararını giderirse zararla karşılık eylemi, hayata geçirilemez. Geçirildiği takdirde, hukuka
aykırı bir nitelik taşımaya başlar zira zararla karşılık eylemi, hukuka aykırılık devam ettiği veya zarar
giderilmediği takdirde, hukuka uygun kabul edilebilir34. Sadece sonuçsuz kalmış bir talep sonrası verilen
zararla karşılık, meşru bir nitelik kazanır. Aksi takdirde, zararla karşılık amacıyla gerçekleştirilen
eylem, hukuka aykırı kabul edilmelidir35. Talebin yapılmadığı bir durumda, zararla karşılık eylemine
başvurulamaz. Aynı şekilde, talep yapılmadan evvel, hukuka aykırılığın giderilmesi ve varsa zararın
karşılanması durumunda da zararla karşılık eylemi gerçekleştirilemez.
Zararla karşılık eylemi öncesinde yapılan talep, müzakere yoluyla da gerçekleşebilir. Bu durumda,
iki devlet arasında müzakere devam ettiği müddetçe zararla karşılık niteliği taşıyan bir eylem icra
edilemez. Müzakereler ise makul süreyi aşmayacak ölçüde devam etmelidir. Öte yandan, hukuka aykırılığın
telafi edilmesi için belirli bir süre tanınmalıdır. Bu süre zarfında, zararla karşılık verilmemeli;
başlamış olan bir zararla karşılık eylemi varsa durdurulmalı ve devam ettirilmemelidir36. Makul sürenin
aşıldığına, müzakerelerin sonuçsuz ya da sürüncemede kalacağına dair bir tereddüt kalmadığında
ve bu yönde açık ve kesin kanaat oluştuğu takdirde, müzakereleri keserek zararla karşılık eylemine
yönelmek, somut olayın özellikleri de dikkate alınarak ayrıca değerlendirilebilir.
C. Orantılı Karşılık
Zararla karşılık eylemi, kavramdan bağımsız olarak ve tek başına ele alındığında hukuka aykırı
bir nitelik taşıdığı için zararla karşılık yönteminde, hukuka uygunluğun bulunmadığı ya da hukukî
ilkelerin dikkate alınmadığı gibi bir itiraz ileri sürülmektedir. Bu itirazlara karşı bir veri olarak kullanılabilecek
unsurlardan biri de orantılı karşılıktır37. Zararla karşılık niteliği taşıyan eylemde, orantılılık
aranmaktadır. Maruz kalınan hukuka aykırılık ile gerçekleştirilecek zararla karşılık eylemi arasındaki
dengede, hukuka aykırılık ölçüsünde bir tatmin ya da telafi gerekmektedir38. Orantılı zararla karşılık,
önem taşımaktadır zira orantının aşılması durumunda, özellikle kendisini daha kuvvetli gören tarafın
gerçekleştireceği zararla karşılık, kötüye kullanıma açık bir mahiyet taşır39. Öte yandan, orantılı zararla
karşılığın derecesinin tespiti, her durumda kolay veya mümkün olmayabilir. Buradaki ölçü, hukuka
aykırılığa muhatap olan devletin daha sonra yeni bir hukuka aykırılığı önleyecek derecede karşılık
vermesi olabilir. Doğal olarak buradaki takdir yetkisi, hukuka aykırılığa muhatap olan devlette olacaktır40.
Öte yandan, orantılı karşılık vermede bir başka önemli husus da somut olayın özellikleridir. Somut
olayın özellikleri, orantı ve karşılık bakımından dikkate alınmak durumundadır41.
32 FALK, s. 431.
33 BOWETT, s. 3; MERAY, s. 416; ERDAL, s. 17.
34 DOĞAN, s. 154. Aynı yönde bkz. KESKİN, s. 97.
35 LÜTEM, s. 665; GÜNDÜZ, s. 12.
36 OPPENHEIM, s. 52. Aynı yönde bkz. SEVİG, Muammer Raşit: Özel Devletler Umumî Hukuku, 2. Baskı, Sulhi Garan Matbaası, İstanbul,
1958, s. 212.
37 BASALOU, s. 340-341.
38 OPPENHEIM, s. 50-51; LÜTEM, s. 663; BERKİ, s. 125; FALK, s. 431; BOWETT, s. 3; MERAY, s. 417; PAZARCI, s. 214; BOZKURT
/ POYRAZ / ERDAL, s. 272.
39 ALSAN, Zeki Mesud: Yeni Devletler Hukuku, İkinci Cilt (Milletlerarası Camianın Düzenlenmesi), Güney Matbaacılık ve Gazetecilik,
Ankara, 1951, s. 374.
40 DOĞAN, s. 154.
41 BOWETT, s. 3.
786 Bahadır Bumin ÖZARSLAN
Zararla karşılık, etkin (olumlu) veya edilgen (olumsuz) bir eylemle gerçekleştirilebilir. Normal şartlar
altında, hukuka aykırı nitelik taşıyan ve icra yoluyla gerçekleştirilen eylemler etkin; ihmâl veya ret
yoluyla ortaya çıkan durumda ise edilgen zararla karşılık durumu söz konusu olur. Hukuka aykırı eylemi
yapan devletin malına el koyma, söz konusu devlete olan borcu ödememe veya antlaşma hükümlerini
yerine getirmeme gibi değişik ihtimâller söz konusu olabilir. Burada önemli olan husus, ister etkin isterse
edilgen bir zararla karşılık yolu tercih edilsin, yukarıda da işaret edildiği üzere ihlâl ile zararla karşılık
arasında orantılılığın olmasıdır42. Etkin veya edilgen bir şekilde zararla karşılık verecek olan devlet, kendisine
yönelmiş hukuka aykırı eylemi aşmayacak ölçüde mukabelede bulunmalıdır43. Esas alınan temel
ölçü, orantılı bir karşılık vermektir. Bu sebeple hukuka aykırılığı gerçekleştiren devlete yönelecek zararla
karşılık eyleminin aynı davranışlarla ve aynı biçimde olması gerekli değildir44.
Orantılı bir şekilde gerçekleştirilmesi gereken zararla karşılık eylemi, yalnızca devlet tarafından
icra edilebilir. Bir başka deyişle zararla karşılık, devletin sivil ve askerî görevlileriyle ve devlete ait
resmî araçlarla gerçekleştirilebilir. Bu niteliği taşımayan şahıslar ve araçlar eliyle zararla karşılık önlemi
uygulanamaz. Yetkisini aşmış resmî görevlilerin hukuka aykırılıkları, ilgili devlet tarafından telafi
edilmişse yine zararla karşılık eylemi için meşru bir zemin doğmaz ancak ilgili devlet, yetkisi dışında
bir fiili sebebiyle resmî görevlilerinin gerçekleştirdiği eylemle ilgili tatmin edici bir çözüm getirmezse
hukuka aykırılığa maruz kalan devlet bakımından, zararla karşılık niteliği taşıyan eylemin gerçekleştirilmesi
meşruiyet kazanır45. Aynı durumun, resmî niteliği haiz olmayan ancak fiilen bir devletin
görevlisi gibi hareket edip hiyerarşik bir bağla o devlete bağlı bir şekilde eylemler icra eden şahısların
gerçekleştirdiği hukuka aykırılıklar bakımından da geçerli olacağı ve şartların karşılanabiliyor
olduğu durumlarda, söz konusu devlete yönelik olarak zararla karşılık niteliği taşıyan eylemlerin icra
edilebileceği söylenebilir.
Uygulamada, zararla karşılık önlemlerinin genellikle belli başlı örnekleri bulunmaktadır. Buna
göre antlaşmaların uygulanmasının durdurulması veya feshi, malların ve gemilerin zaptı ve müsaderesi,
ambargo, boykot şeklinde uygulamalar, kabul görmektedir46. Öte yandan kuvvet kullanma yoluyla
zararla karşılık yöntemine başvurulması ise tartışmalıdır ve genel eğilim, kuvvet kullanma yoluyla
zararla karşılık önleminin hukuka uygun olmaması ya da çok sınırlı ve sıkı şartlarda gerçekleştirilebilmesidir.
Zararla karşılık çerçevesinde kuvvet kullanmayla ilgili uluslararası hukukta getirilen ilk
sınırlandırma, 18.10.1907 tarihli Drago-Porter Sözleşmesi47 ile gerçekleşmiştir. Daha sonra Milletler
Cemiyeti (MC) Misakı’48nın 12.-15. maddeleri yoluyla bir sınırlandırma yapılmıştır. MC döneminden
sonraki süreçte kurulan BM’nin kurucu antlaşması niteliğindeki BM Şartı’nın 2/4. maddesi ile birlikte
getirilen kuvvet kullanma yasağı, zararla karşılık önlemi bakımından da değerlendirilmiş ve ağırlıklı
olarak zararla karşılık yolları içinde kuvvet kullanılmaması yönündeki görüş ağır basmıştır. Bununla
birlikte, BM Güvenlik Konseyi uygulamaları bakımından savaşa varmayan ölçüde, sınırlı ve orantılı
bir kuvvet kullanılabileceği; abluka, işgal ve bombardıman gibi yöntemlerin hayata geçirilebileceği
yönünde görüşler de bulunmaktadır49.
42 OPPENHEIM, s. 50-51; ALSAN, s. 374; LÜTEM, s. 663; McKINNON, Fiona: “Reprisals as a method of Enforcing International Law”,
Leiden Journal of International Law, 1991, Cilt 4, Sayı 2, s. 221.
43 SEVİG, s. 211-212; MERAY, s. 417.
44 BOZKURT / POYRAZ / ERDAL, s. 272. Aynı yönde bkz. ÜNAL, s. 309.
45 OPPENHEIM, s. 47-48; LÜTEM, s. 662.
46 Zararla karşılık örnekleriyle ilgili olarak bkz. OPPENHEIM, s. 51-52, 54-60; ALSAN, s. 375-380; MERAY, s. 418-424; PAZARCI, s.
216-218; DOST / KORKMAZ, s. 134-139.
47 Sözleşmenin tam metni için bkz. Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Resmî İnternet Sayfası (https://avalon.law.yale.edu/
19th_century/hague072.asp, ET: 20.03.2025).
48 26 maddeden oluşan MC Misakı’nın tam metni için bkz. Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Resmî İnternet Sayfası
(https://avalon.law.yale.edu/20th_century/leagcov.asp, ET: 20.03.2025); DENK, Erdem: Uluslararası Örgütler Hukuku: Birleşmiş Milletler
Sistemi, 2. Baskı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2024, s. 405-416.
49 Bkz. MERAY, s. 420-426; PAZARCI, s. 215-216; POYRAZ / İPEK, s. 206-207; ERDAL, s. 18-19, 21-22; DOST / KORKMAZ, s. 139-
144.
Zararla Karşılık Kavramı Çerçevesinde Ukrayna’nın Kursk Harekâtı 787
Cilt: 11 • Sayı: 2 • Temmuz 2025
Zararla karşılık önlemi ile kuvvet kullanma arasındaki ilişkide dikkat edilmesi gereken bir başka husus
da zararla karşılık verme yöntemi ile ulaşılmak istenen amaçtır. Emredici bir hukuk kuralının ihlâli sebebiyle
kuvvet kullanma yoluyla zararla karşılık yönteminin ilk bakışta, mümkün olmayacağı ve uygulanmaması
gerektiği düşünülebilir. Nitekim ağırlıklı görüş de bu yöndedir. Bununla birlikte, meseleye yalnızca
şeklen veya yüzeysel yaklaşmak, zararla karşılık önlemi bakımından, her durumda adil bir sonuca ulaştırmayabilir.
Yukarıda ele alınan şartların yerine gelmesi koşuluyla yoğunluk derecesi ve amaç yönünden
yapılacak bir değerlendirme, daha yerinde olacaktır. Bir başka deyişle peşinen kuvvet kullanılmasını reddetmek,
zararla karşılık kavramının niteliğiyle çelişki yaratacaktır50. Dolayısıyla bir zararla karşılık yöntemi
olarak kuvvet kullanmanın hukuka uygun olup olmadığını değerlendirirken somut olayın özelliklerine göre
hareket etmek ve teorik bir ön kabulden hareketle kuvvet kullanılmasını reddetmek yerine, kuvvet kullanımına
maruz kalmış bir devletin söz konusu hukuka aykırılığı ortadan kaldırma amacıyla hareket etmesi ve
hukuka uyma hedefine erişmeyle sınırlı hedefine ulaşması anına kadar, kuvvet kullanılmasının mümkün
olması ve meşru kabul edilmesi, dikkate alınmalıdır. Aksine bir yaklaşım, zararla karşılık kavramının doğasıyla
ve uluslararası hukuk düzeninin ruhuyla uyumlu olmayacaktır.
D. Üçüncü Taraflara Zarar Verilmemesi
Zararla karşılığın yöneleceği devlet, ilk hukuka aykırılığı gerçekleştiren devlettir. Zararla karşılık,
sadece bahsi geçen devlete ve vatandaşlarına karşı harekete geçilebilmesi yönünde bir mantığa sahiptir51.
Uluslararası hukuka aykırı bir eylemi gerçekleştiren devlet ile bahsi geçen eyleme maruz kalan
devlet arasındaki ilişkide, üçüncü devletlerin bu durumdan hiçbir şekilde etkilenmemesi gerekir52. Bir
başka deyişle zararla karşılık verme yöntemi, hukuka aykırılığa maruz kalan devlet tarafından ve yalnızca
hukuka aykırılığı gerçekleştiren devlete yönelik olarak icra edilmelidir53. Dolayısıyla üçüncü
devletlerin çıkarları zarar görmemelidir54. Kısacası, zararla karşılık yönteminin uygulanması sırasında,
ilk hukuka aykırılık ile mukabil hukuka aykırılık şeklindeki iki taraflı ve karşılıklı ilişki dışında, başka
bir tarafa yönelen herhangi bir etki doğmamış olmalıdır.
Üçüncü taraflara zarar verilmemesi şartı, zararla karşılık durumunda yalnızca devletler arası ilişkilerle
sınırlılığın bir başka boyutudur. Hukuka aykırılığa maruz kalan devlet ile zararla karşılık yöntemini
uygulayacak devlet arasında sınırlı olan bu ilişkide, üçüncü taraf olarak temelde, hiçbir başka
devlete zarar vermemek esastır. Bunun yanında, devlet niteliği taşımayan ancak bir devletin etkin denetimi
ve hiyerarşisi içinde fiilen hareket eden kişilerin veya grupların hukuka aykırı eylemleri de
ilgili devlet eliyle icra edilmiş hukuka aykırılık kabul edileceğinden, söz konusu kişilerin ya da grupların
hukuka aykırı eylemleri sebebiyle etkin denetim sahibi devlete yönelik olarak zararla karşılık yönteminin
uygulanması mümkün olabilecektir. Bahsi geçen ilişkinin açık, kesin ve ispat edilebilir olduğu
durumlarda meşru kabul edilebilecek bu yöntemde, şeklen üçüncü taraf olarak değerlendirilebilecek
ancak fiilen etkin denetim altındaki kişilerin ya da grupların zarar görmesi, üçüncü tarafa yönelik bir
zarar olarak değerlendirilmeyecektir.
II. RUSYA FEDERASYONU-UKRAYNA SAVAŞI VE UKRAYNA’NIN KURSK HAREKÂTI
Ukrayna’nın RF sınırları içindeki Kursk Bölgesi’ne yaptığı askerî harekât, 24.02.2022 tarihinde
başlayan ve hâlen devam eden RF-Ukrayna Savaşı içindeki en önemli gelişmelerden biridir. Bu önemli
gelişmeyi ve genel olarak süren savaşı daha iyi anlamanın yolu, savaş öncesi gelişmelere ve tarihî
sürece göz atmaktan geçmektedir. Aşağıda, adı geçen meselelere ve Kursk Harekâtı’na kısaca yer
verilecektir.
50 POYRAZ / İPEK, s. 207-208. Aynı yönde bkz. ERDAL, s. 22-23.
51 LÜTEM, s. 662-663.
52 PAZARCI, s. 214.
53 EREN, s. 240.
54 MERAY, s. 417; DOĞAN, s. 154.
788 Bahadır Bumin ÖZARSLAN
RF ile Ukrayna arasında başlayan savaş temelde, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
(SSCB)’nin dağılmasıyla ortaya çıkan bölge jeopolitiğiyle ilgilidir. SSCB sonrası Karadeniz’in kuzeyinde
Ukrayna ve RF, komşu iki devlet hâline gelmiştir. Her iki devlet de Karadeniz’de kıyılara sahip olan
iki kıyıdaş devlet olmuşlardır. Bununla birlikte, sahip olduğu kıyılar ve Karadeniz jeopolitiğinde elde
etmek istediği yer açısından mevcut durum, RF açısından yeterli görülmemiştir. Ayrıca Karadeniz’in
Soğuk Savaş sonrası artan önemi, Batı’nın Soğuk Savaş döneminde nüfuz edemediği bir alan olarak
Karadeniz’in konumu ve Batı’nın bu bölgedeki çok yönlü hedefleri de diğer etkenler olarak dikkat çekmektedir55.
SSCB’nin yıkılmasıyla ve Soğuk Savaş’ın bitişiyle birlikte, Karadeniz’de ortaya çıkan nüfuz boşluğundan
faydalanmak isteyen Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB), birlikte hareket
ederek Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO)’nün ve AB’nin sınırlarını yakın veya eş zamanlı
olarak RF aleyhine genişletmeye başlamışlardır. Orta ve Doğu Avrupa’da yaşanan genişleme süreci,
bölgedeki eski Doğu Bloku ve SSCB devletlerinde Batı etkisinin artmasına ve Soğuk Savaş’ta SSCB’nin
sahip olduğu ağırlığın yok olmasına yol açmıştır56. Günümüzde devam eden RF-Ukrayna Savaşı da temelde,
RF’nin eski SSCB coğrafyasında ağırlığını koruma çabasının bir sonucudur. Bir başka deyişle
Batı’nın bahsi geçen genişleme stratejisinin bir devamı olan Ukrayna’nın da Batı eksenine girme yönündeki
çabalarından rahatsız olan RF’nin jeopolitik itirazının silahlı çatışmaya dönüşmesidir.
RF’nin Ukrayna’ya fiilen müdahalesi, 2013’te başlayan siyasî krizin ardından 2014 yılında Kırım’ın
RF tarafından ilhakıyla sonuçlanan bir dizi gelişmeyle başlamıştır57. Bu süreçte, Ukrayna’nın
RF ile sınır bölgesi olan Doğu Ukrayna’daki Donbas’ta da RF ile müzahir ayrılıkçı gruplar, otoriteyi
eline alarak fiilen egemenlik yetkisini kullanmaya başlamışlar ve Ukrayna’dan ayrıldıklarını beyan
ederek tek taraflı olarak bağımsızlıklarını ilân etmişlerdir. Savaşın başlamasına kadar geçen süre zarfında
da Ukrayna, bu bölgede yeniden egemenlik tesis edememiştir58.
Şubat 2022’de başlayan savaşın ilk işaretleri, kısa sayılamayacak bir süreden itibaren açıkça görülmeye
başlanmıştır. Söz gelimi RF Devlet Başkanı Putin, 2018 yılında yaptığı bir açıklamayla Donbas’ı
ele geçirmeye yönelik olarak Ukrayna tarafından yapılacak bir askerî müdahalenin RF tarafından askerî
bir karşılıkla cevaplanacağını ifade etmiştir. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak 2021 yılı içinde 100.000
civarında birlik, Ukrayna sınırları boyunca ciddi bir yığınak yapmaya başlamıştır. ABD ve diğer NATO
üyeleri ise RF’nin bu askerî hareketliliğini kınamışlardır59. Temmuz 2021’de ise Putin’in ve eski Devlet
Başkanı Medvedev’in yaptığı açıklamalar, oldukça dikkat çekmiştir. Putin, Ukrayna’nın bağımsız bir
devlet olarak var olma hakkının olmadığını ileri sürmüş; Medvedev ise bu aşamada Ukrayna ile müzakerelerin
anlamsız olduğunu belirtmiştir60. Söz konusu açıklamalar ve mevzilenme, RF’nin tansiyonu yükseltme
ve yeni bir aşamaya geçirme niyeti olarak yorumlanmıştır. Bir başka deyişle RF’nin Kırım’ı ilhakından
ve Donbas’taki fiilî etkisinden farklı olarak, Ukrayna sınırlarının içine doğru genişleme hedefi
görünür hâle gelmiştir. RF’nin bu girişiminde, Avrupa kıtası içindeki dağınık ve bölünük siyasî durum
ile ABD’nin etkin bir dış politika takip etmemesi ve RF tarafından bölgede nispeten zayıf konumda değerlendirilmesi,
önemli rol oynamıştır61. Kısacası RF, Batı’nın herhangi bir fiilî müdahalede bulunamayacağı
yönünde bir tahlil yapmıştır. Nitekim gelişmeler, RF’yi haklı çıkarmıştır.
2019 yılından itibaren Ukrayna Devlet başkanlığı görevini üstlenen Zelenskiy ile birlikte, uzlaşma
ve diyalog ihtimâli belirmiş olsa da gerek RF’nin değişmeyen tutumu gerekse Zelenskiy’nin Batı ile
yakınlaşma ve NATO-AB üyeliği ekseninde takip ettiği ilişkiler, iki devlet arasındaki durumu daha da
gerginleştirmiştir. ABD ve NATO üzerinden yürütülen dolaylı görüşmelerin sonuçsuz kalması da çatışma
riskini arttırmıştır. Askerî hareketliliğin oldukça hızlandığı 2021 yılının son aylarında, başta
Zelenskiy olmak üzere, Ukrayna devlet yetkilileri, yeni yılda RF’nin saldırısını beklediklerini açıkça
kamuoyuna ilân etmişlerdir. Öte yandan ABD ve AB de RF’nin Ukrayna’ya saldırması hâlinde, daha
önce görülmemiş derecede ağır ekonomik yaptırımlar uygulayacaklarını açıklamışlardır62.
2021 yılının İlkbaharı’ndan itibaren RF tarafından başlatılan askerî hareketliliğin Kasım 2021 itibarıyla
ciddi boyutlara ulaşması, bölgedeki tansiyonu zirveye çıkarmıştır. Ukrayna’nın NATO’ya üye
olma isteğine karşılık, RF’nin NATO kuvvetlerinin Doğu Avrupa’dan çekilmesi ve Ukrayna’nın hiçbir
zaman NATO üyesi yapılmayacağının açıklanmasını talep etmesi şeklindeki izlenen karşılıklı politikalar
üzerine ABD, NATO’nun “açık kapı politikası”nın devam edeceği yönünde bir tavır takınmıştır63.
Bu şartlar altında Şubat 2022’ye gelindiğinde, devam eden askerî hareketliliğin zirveye çıktığı bir
dönemde, RF Devlet Başkanı Putin iki önemli konuşma yapmıştır. İlki, 21 Şubat 2022’de gerçekleşen
“halka sesleniş” konuşmasında, RF vatandaşlarına ve Doğu Ukrayna’daki Rus azınlığa yönelik açıklamalar
yapmıştır. Rusya ile Ukrayna arasındaki tarihî bağlara ve önemli siyasî gelişmelere değinerek
SSCB döneminde uygulanan idarî yapının hatalarını vurgulamıştır. Söz konusu hatalar neticesinde,
Ukrayna’nın sosyolojik olarak bölündüğünü ifade etmiş; Rus azınlığın her geçen gün daha kötü şartlara
mahkûm edildiğini ve soykırım tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu iddia etmiştir. Bu sebeple
RF’nin Doğu Ukrayna’daki Donbas Bölgesi’nde kurulan Donetsk Halk Cumhuriyeti ile Lugansk Halk
Cumhuriyeti’ni tanıdığını duyurmuştur. 24 Şubat’taki ikinci konuşmasında ise aynı zamanda Ukrayna
vatandaşlarına da seslenerek RF’nin Ukrayna’ya karşı “özel askerî harekât” düzenleyeceğini ilân etmiştir64.
Konuşmasında Putin, RF’nin tezlerini dört ana başlıkta toplamıştır. Buna göre öncelikle RF,
Ukrayna’nın saldırı tehdidi altındadır. Ayrıca Ukrayna, Donbas’ta soykırım niteliği taşıyan uygulamalar
yapmaktadır. Bunun yanında Ukrayna’da, bir Neo-Nazi rejimi hüküm sürmektedir. Öte yandan
Ukrayna, tarihî açıdan Rusya coğrafyasının bir parçasıdır.
Aylarca devam eden gerilimin ardından RF askerî birlikleri, 24.02.2022 tarihinde Ukrayna sınırlarından
içeri girerek savaşı66 başlatmıştır. Bu eylem, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa kıtasında
görülen en geniş kapsamlı kuvvet kullanımı olarak kayıtlara geçmiştir67. RF birlikleri kara, hava ve
deniz yoluyla çok yönlü ve yoğun saldırılar gerçekleştirmeye başlamışlar; bir yandan da Ukrayna’nın
direnişini kırmak için algı yönetimi araçlarını da devreye sokmuşlardır68.
Her şeye rağmen beklenmeyen bir savaş olarak nitelendirilen silahlı çatışmaların başlamasıyla birlikte,
Ukrayna’da bir direniş eğilimi ağır basmıştır. RF’nin ters yönlü propagandasının aksine Ukrayna,
ciddi bir direnç göstermiştir. Bu direnişte, başta ABD olmak üzere, Batı’nın çok önemli bir desteği
olmuştur. Kısa bir sürede savaşın biteceği ve RF’nin Ukrayna’yı tamamen veya büyük oranda ele geçireceği
tahminleri boşa çıkmıştır. Bununla birlikte RF, Ukrayna topraklarında fiilen ayrılıkçıların
elinde bulunan bölgelerde üstünlük sağlayarak Kırım ile kara bağlantısını kurmuş ve Ukrayna topraklarının
beşte birini ele geçirmiştir69.
Ukrayna ile RF arasındaki beklenmedik savaşın belki de en beklenmedik cephesi, Kursk’ta açılmıştır.
Zira savaş, RF’nin Ukrayna sınırlarından içeriye girmesiyle başlamış ve 06.08.2024 tarihine
kadar da Ukrayna’nın devlet ülkesi içinde devam etmiştir. Bu tarihten itibaren ise savaş, ilk defa RF
sınırları içine yansımıştır zira Ukrayna, başlattığı askerî harekât ile RF sınırları içinde yer alan Kursk
Bölgesi’ne girerek iki yılı aşkın süredir devam eden savaşta yeni bir evrenin kapılarını açmıştır.
06.08.2024’te, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Rusya coğrafyasına yapılmış en büyük dış saldırı
için düğmeye basılmış ve Ukrayna askerî birlikleri, Kursk üzerinden RF sınırları içine girerek ilerlemeye
başlamıştır. Şok etkisi yaratan bu saldırı, ilk andan itibaren savaşın taraflarının ve savaşla ilgilenen
uluslararası toplumun muhtelif açıklamalarına yol açmıştır. Ukrayna, “saldırgan” olarak nitelendirdiği
RF’nin cezalandırılabileceğini ispat ettiklerini ifade etmiş; RF ise Ukrayna içinde RF’nin ilerleyişini
durdurmak için böyle bir teşebbüse girişildiğini ancak gerekli cevabın verileceğini belirtmiştir.
Ayrıca RF, saldırının ABD eliyle planlandığını ve çatışmalara müdahalesinin daha da açık hâle geldiğini
ileri sürmüş; ABD ise saldırıdan önceden haberdar olmadıklarını ve saldırıyı kesinlikle onaylamadıklarını
dile getirmiştir.
Ukrayna’nın RF sınırları içindeki harekâtta Kursk’u tercih etmesi birkaç sebebe dayanmaktadır.
Bunlardan birincisi, Ukrayna ile bölge arasındaki tarihî bağlardır. 17. ve 18. yüzyıllar boyunca Rus
Çarlığı, bu bölgede Ukraynalı Kozak köylülerin yerleşmesine izin vermiştir. O dönemden itibaren,
Kursk’ta devam eden bir Ukrayn varlığı olduğu inancı, Ukrayna vatandaşları arasında yaygındır. Öte
yandan Kursk, ulaşım ağı bakımından da kritik bir bölgedir. RF’nin merkezî bölgeleri ile güneybatı
bölgesi arasında ulaşım hatları bulunmaktadır. Ayrıca RF-Beyaz Rusya arasındaki kara yoluna da
hâkim konumdadır. Dolayısıyla Ruslar bakımından, çok önemli bir lojistik üssü niteliği taşımaktadır.
Öte yandan Kursk’ta hem önemli bir nükleer tesis hem de enerji nakil hattı bulunmaktadır. Askerî
açıdan bakıldığında da Kursk, Ukrayna bakımından askerî harekâtı kolaylaştıracak bir topoğrafyaya da
sahiptir.
Ukrayna tarafından yapılan askerî harekât, savaş esnasındaki en cüretkâr hamlelerden biri olarak
dikkat çekmiştir. Hızlı ve etkin saldırılarla kısa sürede önemli bir ilerleme kaydeden Ukrayna, bu saldırıyla
RF’nin yenilmezliği algısına bir meydan okumada bulunmuştur. Bunun yanında Ukrayna, birkaç
cephede birden devam eden savaşta, RF’nin Doğu Ukrayna’daki kaynaklarının bir kısmını bölgeden
çekmeye zorlayarak Donbas’taki baskıyı azaltmayı ve bir denge kurmayı da hedeflemiştir. Kursk
saldırısıyla Ukrayna, özellikle ilk dönemde sembolik ama vatandaşları üzerinde moral destek sağlayan
önemli bir başarı elde etmiştir.
Ukrayna tarafından başlatılan saldırı, RF’nin beklemediği ve bu sebeple hazırlıksız yakalandığı
bir askerî harekât niteliği taşımaktadır. RF’nin Doğu Ukrayna’daki ilerleyişinin yavaş da olsa devam
ettiği bir dönemde gerçekleşen bu harekât, RF’nin bölgede “federal olağanüstü hâl” ilân etmesine yol
açmıştır. Ukrayna’nın RF üzerinde baskı kurarak ileride yapılacak bir barış antlaşması için fırsat yaratmak
istemesi gibi temel bir amaç taşıyan harekât, aynı zamanda RF ile Ukrayna arasında bir tampon
bölge yaratma stratejisiyle de gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Ukrayna, savaşta psikolojik bir üstünlük
sağlamayı ve beklenmedik bir hamle yoluyla gücünü koruduğunu göstermeyi de amaçlamıştır. Bunun
yanında, savaşı kazanabileceğini göstererek Batı’dan aldığı desteğin devam etmesi ve arttırılması da
bir başka hedef olarak belirlenmiştir.
Kursk’ta devam eden çatışmalarda, tarafların pozisyonu dinamik bir nitelik arz etmiş ve sürekli
olarak ilerleme-gerileme şeklinde mevzi değişiklikleri olmuştur. Kasım 2024’e kadar 1000 kilometrekareden
fazla bir bölgeyi elinde tutan Ukrayna, bu aydan sonra gerilemeye başlamış ve üstünlüğü,
yavaş yavaş RF’ye kaptırmıştır74. Şubat 2025 itibarıyla ele geçirdiği toprakların yarısını kaybettiğini
kabul eden Ukrayna, Kursk’ta elinde tuttuğu toprakların RF’nin elinde tuttuğu Doğu Ukrayna’daki
bölgelerle takasın konusu olabileceğini beyan etmiş ancak bu teklif, RF tarafından tartışma konusu
bile olamayacağı yönündeki açıklamalarla reddedilmiştir. Şubat sonunda ilerleyişini hızlandıran RF,
Mart ayının ilk haftası itibarıyla Kursk’taki Ukrayna birliklerinin tamamen kuşatıldığını açıklamıştır.
Ukrayna tarafından reddedilen bu iddia, askerî analistler tarafından doğrulanmıştır75. Dolayısıyla sembolik
başarıyla ve manevî üstünlükle başlayan Kursk Harekâtı, zaman içinde önce dengelenme, ardından
da üstünlüğün RF’ye geçmesiyle sonuçlanmıştır. Bir başka deyişle Ukrayna’nın gerçekleştirdiği
harekât ile ulaşmaya çalıştığı hedefler arasındaki makas gittikçe açılmış ve arzu edilen çok yönlü hedeflerden
uzaklaşma hızlanarak söz konusu hedeflerin gerçekleşebilirliğini neredeyse tamamen bitirmiştir.
RF bakımından değerlendirildiğinde ise beklenmedik bir hamle ile karşı karşıya kalınması ve
bölgeye önemli oranda kaynak aktarılması mecburiyeti doğmuştur. Bunun yanında, ciddi bir oyalanma
ve zaman kaybı da söz konusu olmuştur. Sonuç itibarıyla Ukrayna’nın hedefleri çok büyük oranda
akamete uğramış ancak RF bakımından da zaman ve kaynak israfı ile birlikte, itibar kaybı da yaşanmıştır.
III. KURSK HAREKÂTI’NIN DEĞERLENDİRİLMESİ
06.08.2024’te başlayan ve hâlen devam etmekte olan Kursk Harekâtı, RF-Ukrayna Savaşı’nın
farklı bir safhasını teşkil etmektedir. Savaşın başladığı 24.02.2022 tarihinden itibaren Ukrayna sınırları
içerisinde devam eden silahlı çatışmalar, söz konusu harekâtla birlikte RF sınırları içine de yansımış
olmaktadır. Her ne kadar RF’nin Ukrayna içinde ele geçirdiği bölgeyle karşılaştırılamayacak derecede
küçük bir alana tekabül etse de Ukrayna, Kursk Harekâtı ile RF devlet ülkesi içinde ilerlemiş ve belirli
bir alanı ele geçirmiştir. Ele geçirdiği alan, değişkenlik gösterse ve son aylarda daralsa da Ukrayna
bakımından savaşın gidişatı içinde yapılmış en önemli hamlelerden biri, belki de birincisi olma özelliğini
korumaktadır. Savaşın çok boyutlu etkileri ve sonuçları içinde, Kursk Harekâtı da uluslararası
hukuk açısından muhtelif boyutlarıyla inceleme konusu yapılabilir. Aşağıda, makalenin konusu olan
zararla karşılık açısından bir değerlendirme yapılacaktır.
Kursk Harekâtı, zararla karşılık kavramının şartları bakımından değerlendirildiğinde ilk ele alınması
gereken husus, hukuka aykırılık meselesidir. RF ile Ukrayna arasındaki savaş, 24.02.2022 tarihinde
RF tarafından başlatılmıştır. Bu tarihten itibaren RF tarafından Ukrayna sınırları içinde gerçekleştirilen
askerî harekâtla birlikte, zararla karşılık çerçevesinde aranan ilk koşul olan “hukuka aykırılığa
maruz kalma” şartı, Ukrayna açısından gerçekleşmiş olmaktadır. Her ne kadar RF tarafından ileri
sürülen ve yukarıda değinilen bazı gerekçeler belirtilmiş olsa da RF’nin Ukrayna’nın ülke bütünlüğü76
aleyhine kuvvet kullanma yasağını ihlâl ettiği açıktır ve yaygın kabul görmektedir. Uluslararası hukukun
emredici kurallarından (jus cogens) biri olarak kabul edilen kuvvet kullanma yasağının ihlâl edilmiş
olması, hukuka aykırılığın gerçekleştiği sonucunu doğurmaktadır. Öte yandan bu ihlâl, RF tarafından
Ukrayna aleyhine gerçekleştirilmiş yani iki devlet arasında vuku bulmuştur. Bu yönüyle de
zararla karşılık için gereken ilk şart yerine gelmiş olmaktadır.
Zararla karşılık için gereken ikinci şart, hukuka aykırılığın devam etmesidir. RF tarafından başlatılan
savaş, 24.02.2022 tarihinden beri devam etmektedir. Ukrayna devlet ülkesinin beşte birini elinde
tutan RF, bugüne kadar söz konusu bölgeleri tahliye etmemiş; silahlı birliklerini kendi sınırları içine
çekmemiştir. Bir başka deyişle savaşın devam ettiği süre zarfında, hukuka aykırılık açısından herhangi
bir kesinti söz konusu değildir. Öte yandan Ukrayna da savaşın başladığı günden bugüne kadar, kendi
devlet ülkesinin bir kısmını ele geçirmiş olan RF’ye karşı her fırsatta, hukuka aykırılığı dile getirmiş
ve silahlı birliklerin Ukrayna devlet ülkesini terk etmesini talep etmiştir. Resmî her seviyede dile getirilen
bu talep, 2014 yılında ilhak edilen Kırım da dâhil olmak üzere, defalarca ifade edilmiştir. Bütün
bu süreçte, yapılan çağrılar karşılıksız kalmış ve Ukrayna, tatmin edici bir çözüm elde edememiştir.
Taleplerin sonuçsuz kalmasının ve doyurucu bir sonuca ulaşmamasının dışında, uluslararası toplumun
çağrıları da karşılıksız kalmıştır. Öte yandan, Türkiye’nin girişimiyle başlayan müzakereler de herhangi
bir neticeye ulaşmamıştır77. Dolayısıyla Ukrayna’nın talepleri karşısında, RF’nin ele geçirdiği
topraklarda varlığı devam etmekte ve hukuka aykırı eylemlerinin sürdüğü görülmektedir.
Zararla karşılık açısından gerekli bir diğer şart ise orantılı karşılıktır. Ukrayna’nın Kursk Harekâtı
bu açıdan ele alındığında, nitelik ve nicelik itibarıyla bir karşılaştırmaya konu olmalıdır. RF tarafından
gerçekleştirilen hukuka aykırılık, kuvvet kullanma yasağının ihlâlidir. Bu yasak, Ukrayna’nın devlet
ülkesi içinde çiğnenmiş ve Ukrayna’nın beşte biri de RF tarafından ele geçirilmiştir. Ayrıca RF, ele
geçirdiği alanda tam bir denetime sahip olmuştur. Bunun yanında, RF’nin söz konusu coğrafyadaki
uygulamalarından ve uluslararası topluma yönelik resmî beyanlarından anlaşılacağı üzere, RF’nin
bölgede kalıcı bir varlık oluşturma niyeti bulunmaktadır. Dolayısıyla RF, ağır ve sürekli bir uluslararası
hukuk ihlâli gerçekleştirmektedir. Bu yönüyle Kursk Harekâtı değerlendirildiğinde, Ukrayna da RF
devlet ülkesi içinde bir askerî eylem icra ederek RF’ye karşı aynı türde bir hukuka aykırılık gerçekleştirmiştir.
Bahsi geçen harekât bölgesi, RF’nin Ukrayna içinde ele geçirdiği bölgeyle mukayese edilemeyecek
kadar dar bir alanla sınırlıdır. Öte yandan Ukrayna, yukarıda da değinildiği üzere, Kursk’ta
ele geçirdiği bölgelerde kalıcı olmak niyetinde olmadığını ve RF’nin ele geçirdiği bölgelere karşılık
bir takas konusu yapılabileceğini beyan ederek ihlâle son verebileceğini ilân etmiştir. Kısacası Ukrayna’nın,
ilk hukuka aykırılığa maruz kalan devlet sıfatıyla nitelik ve nicelik açısından orantılı bir eylem
icra ettiği; amaç ve ulaşılmak istenen hedef bakımından da maruz kaldığı hukuka aykırılığı ortadan
kaldırmaya yönelik olarak hareket ettiği; elde ettiği bölge ve kuvvet kullanımındaki yoğunluk göz
önüne alındığında, amacıyla ve hedefiyle uyumlu olduğu söylenebilir.
76 Uluslararası hukukta ülke bütünlüğüne saygı yükümlülüğü ile ilgili bir örnek olarak
Kursk Harekâtı’nı zararla karşılık çerçevesinde değerlendirirken son olarak üçüncü taraflara zarar
vermeme açısından irdelemek gerekmektedir. Ukrayna’nın başlattığı harekât, doğrudan doğruya
RF’ye yönelmiştir. RF’nin devlet ülkesi içinde yer alan Kursk Bölgesi’nde gerçekleşen zararla karşılık
eylemi, başka bir devlete yönelik değildir. Ayrıca Ukrayna’nın Kursk’ta ele geçirdiği alandaki faaliyetleri,
RF dışında bir başka devlete doğrudan veya dolaylı bir etki yaratmamıştır. Gerek harekât sırasında
gerekse ele geçirilen bölgede kurulan denetim esnasında, üçüncü bir devlete yönelik saldırı ya da
başka tür bir hukuka aykırılık da gözlemlenmemiştir. Bu doğrultuda, güçlü ve kanıtlanabilir bir iddia
da ortaya atılmamıştır. Dolayısıyla Ukrayna’nın Kursk Harekâtı, sadece RF’ye yönelik bir eylem niteliği
taşımakta olup üçüncü devletleri etkilemeyen bir şekilde devam etmektedir.
Anlaşılacağı üzere, Ukrayna tarafından 06.08.2024 tarihinde başlatılan ve hâlen devam eden
Kursk Harekâtı, zararla karşılık kavramı çerçevesinde ele alındığında, gereken şartları taşımaktadır.
Bir başka deyişle hukuka aykırılık, hukuka aykırılığın devam etmesi, orantılı karşılık ve üçüncü taraflara
zarar vermeme şeklinde sıralanan ve yukarıda ele alınan şartlar bakımından Kursk Harekâtı, zararla
karşılık önleminin şartlarını taşımaktadır. Bu yönüyle bakıldığında, RF tarafından Ukrayna devlet
ülkesi içinde ele geçirilen bölgelerin boşaltılması gerçekleşene kadar Kursk Harekâtı, bir zararla karşılık
niteliği taşıyacak ve hukuka aykırı kabul edilmeyecektir.
SONUÇ
Genel anlamda hukuk, özelde ise uluslararası hukuk, doğası gereği hukuka uygunluk ve hukuka
aykırılık çerçevesinde şekillenmektedir. Kabul edildiği dönemin şartlarından hareketle pek çok kural,
gerek iç hukuk gerekse uluslararası hukuk zemininde hayata geçmiştir. Öte yandan her iki hukuk sisteminin
kendine has özellikleri ve birbirinden ayrılan sistematiği, hukuka uygunluk ve hukuka aykırılık
bağlamında, hem birbirinden hem de döneme bağlı olarak kendi içinde ayrışabilmektedir. Uluslararası
hukuk düzeni de çağlar içinde geçirdiği değişim neticesinde, belli bir düzeye gelmiştir. Söz konusu
düzeye erişmesinde, genel olarak savaşların ancak özellikle dünya savaşlarının etkisi büyüktür.
Bilhassa İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişmeler ve BM’nin kuruluşu, çok önemli bir dönüm noktasıdır.
Bu dönüm noktasının inşasında, BM Şartı ile birlikte getirilen kuvvet kullanma yasağı da büyük
rol oynamıştır.
Uluslararası hukuk düzeni içinde, hukuka aykırılık çerçevesinde bugüne kadar en çok gündeme
gelen konulardan biri de kuvvet kullanma meselesidir. Kuvvet kullanmadan kaynaklı ya da ona bağlı
olarak ortaya çıkan kavramlar etrafında, pek çok tartışma gelişmiştir. Öncesiyle ve sonrasıyla çok boyutlu
bir mesele olan kuvvet kullanma, İkinci Dünya Savaşı sonrasında BM’nin kurulmasıyla birlikte,
ağır bir uluslararası hukuk ihlâli olarak kabul görmüş ve emredici bir kural olarak nitelendirilmiştir.
Bu durumun ortaya çıkmasında en önemli etkenlerden biri de her devletin diğer devletlerin ülke bütünlüğüne
fiilen de saygı duyma yükümlülüğüdür. Yeni bir dünya savaşını engellemenin yolunun kuvvet
kullanma tehdidi de dâhil olma üzere kuvvet kullanma yasağını kabul etmek olduğu yönünde ortaya
çıkan eğilim, bu yönde bir dayanak yaratmıştır. Nitekim BM Şartı’nda yer alan kuvvet kullanma yasağının
şekillendirilmesinde, doğrudan doğruya bu dayanak kullanılmıştır. Bir başka deyişle kuvvet
kullanma yasağına, uluslararası toplum düzeninin sağlanması için eşit egemen olan devletlerin sınırlarını
koruma yönünde önemli bir misyon yüklenmiştir.
Uluslararası toplumun tartıştığı konulardan biri de devletlerin karşı önlemleri içinde yer alan ve
hukuka aykırılık temelinde şekillenen zararla karşılıktır. İlk ortaya çıkışından bugüne kadar, uluslararası
hukukun gelişimine paralel bir şekilde değişerek varlığını koruyan zararla karşılıkta, hukuka aykırılık
unsuru hayatî bir öneme sahiptir. Kavramın uygulamaya geçmesinin ön şartını teşkil eden ve bir
devletin maruz kaldığı hukuka aykırılık, bu önlemi uygulayan devlet bakımından da bir hukuka aykırılığı
barındırması sebebiyle çift yönlü ve karşılıklı bir etki doğurmaktadır. Hukuka aykırılığın yokluğu
hâlinde, zararla karşılık verilemeyeceği gibi hukuka aykırılığa maruz kalınmasına rağmen hukuka
aykırı bir karşılık verilmiyorsa o takdirde, yine zararla karşılıktan söz edilemeyecektir. Öte yandan
zararla karşılığın diğer şartları yerine gelmişse eylemin şeklen hukuka aykırı olmakla birlikte, nitelik
itibarıyla hukuka aykırı olmayacağı da kabul görmektedir. Dolayısıyla zararla karşılık önlemi, başından
sonuna kadar hukuka aykırılıkla doğrudan ilgilidir ve kavramın çekirdeğinde de hukuka aykırılık
bulunmaktadır.
Üç yılı aşkın bir süredir devam eden RF-Ukrayna Savaşı’nda Ukrayna’nın gerçekleştirdiği Kursk
Harekâtı, zararla karşılık yönünden ilginç bir örnek teşkil etmektedir. Zararla karşılıktaki hukuka aykırılık
unsurunda, karşı önlem olarak hukuka aykırı bir eylem icra edecek devlet bakımından kuvvet
kullanılıp kullanılamayacağı meselesi, bugüne kadar sürekli bir tartışma konusudur. Genel kabul gören
yaklaşım, kuvvet kullanmanın uygun bir yöntem olmadığı yönündedir. Bununla birlikte, hukuka aykırılığın
diğer şartlarla birlikte değerlendirilmesi gerektiği ve somut olayın özelliklerinin dikkate alınmasının
ne kadar önemli olduğu, Kursk Harekâtı ile birlikte bir kere daha anlaşılmaktadır. Zira gerek
RF’nin Ukrayna’nın devlet ülkesine girerek icra ettiği ilk kuvvet kullanımı gerekse Ukrayna’nın
Kursk’a düzenlediği askerî harekâtla gerçekleşen ikinci hukuka aykırılık, kendi özel nitelikleriyle değerlendirildiğinde,
orantılı bir durum ortaya çıkarabilmektedir. Bu bağlamda, kuvvet kullanma yoluyla
elde edilmek istenen amacın ve ulaşılmak istenen hedefin değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Amaç ve
hedef temelli yapılacak bir değerlendirme de tarafların kuvvet kullanımının hangi niteliği taşıyacağını
yani hukuka uygunluk-hukuka aykırılık çizgisinin nerede başlayıp nerede biteceğini gösterecektir.
Sonuç olarak, zararla karşılık meselesinin kendine has özellikleri ile kuvvet kullanma yasağı gibi
önemli ve emredici hukuk kuralı niteliği taşıyan bir hukuka aykırılığın doğası arasında, her durumda
bir uyuşmazlık olduğu sonucuna varmak mümkün gözükmemektedir. Özellikle kuvvet kullanma yasağını
ihlâl ile başlayan RF-Ukrayna Savaşı örneğinde olduğu gibi diğer şartları taşımak kaydıyla zararla
karşılık niteliği taşıyan hukuka aykırılığın da kuvvet kullanma yoluyla verilmesi mümkün olabilmektedir.
Bir başka deyişle peşin kabulden hareketle oluşturulan teori yerine, amaç ile hedefi yok saymayan
ve somut olayın özelliğini de dikkate alan bir yaklaşımı benimsemek, daha makul görünmektedir.
Aksi takdirde, hem genel olarak uluslararası hukukun BM sonrası şekillenen yapısında hem de özelde,
BM sonrasında oluşan uluslararası hukuk düzeni içinde doğrudan ve açıkça ihlâl edilmeyeceği düşünülen
ya da öngörülemeyen ihlâllerin engellenemediği durumlarda bir bocalama, hatta tıkanma yaşanması
her zaman mümkün olabilir. Nitekim 21. yüzyılın daha ilk yılından itibaren yaşanan gelişmeler,
bocalamadan ve tıkanmadan başlayıp çözümsüzlüğe kadar uzanan pek çok uluslararası hukuk kuralının,
özellikle de kuvvet kullanma yasağının ihlâlinin çok sayıda örneğini uluslararası topluma yaşatmıştır.
RF-Ukrayna Savaşı örneğinde olduğu gibi devam eden ve çözüm bulunamayan gelişmelerin
uluslararası topluma başka örnekler yaşatacağı da anlaşılmaktadır.
Yorum Yazın