İstanbul
DOLAR18.6215
EURO19.4637
ALTIN1050.2
Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN

Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN

Mail: [email protected]

Suriye Harekatları ve Hukuki Temeli Yazı Dizisi (2. Bölüm)

Suriye Harekatları ve Hukuki Temeli Yazı Dizisi (2. Bölüm)

I. ARAP BAHARI SÜRECİ ve SURİYE SORUNUNUN ORTAYA ÇIKIŞI

2010 yılının sonlarında, Tunus’ta üniversite mezunu bir seyyar satıcının tezgâhına el konulmasını protesto etmek üzere kendisini yakmasıyla başlayan kitlesel hareketler, kısa sürede otoriter rejimler olarak bilinen bazı Arap devletlerine, bir domino etkisiyle yayılmıştır. Arap Dünyası’nı kapsayan, demokrasi ve özgürlük talep eden halk ayaklanmaları kısa sürede şiddetlenmiş ve “Arap Baharı” olarak nitelendirilmiştir. Bu süreç, Suriye dışındaki coğrafyalarda önemli siyasî değişikliklere yol açmıştır.

2011 yılında hızlanan ve hızla yayılan halk hareketleri, bugüne kadar Arap Dünyası’nda görülen örneklerin dışında bir tecrübe olarak değerlendirilmektedir. Zira bu hareketlerin arkasında dinî veya ideolojik bir referans bulunmamakta; yerel kaynaklı fakat evrensel bir karakter taşıyan, özgürlük temelli siyasal, sosyal ve ekonomik talepler öne çıkmaktadır. Ayrıca bu talepler, fakir kitlelerden ziyade, eğitimli orta sınıfa dayanmaktadır. Sosyal medya aracılığıyla hızla örgütlenmiş ve bu sayede, coğrafya üstü bir olguya dönüşmüş olan halk hareketlerinin temel dayanağı bu orta sınıf da türdeş bir görünüm arz etmemiş; değişik grupları kapsayan, sosyal hareketliliği yüksek bir muhalefet hareketine dönüşmüştür.

Arap Baharı sürecinde yaşananlar ve halk tarafından ileri sürülen bir takım talepler, bölgede gözlenen statükonun, 2000’lerin başından itibaren dile getirilen bazı etkenlerle bağının bir kere daha tartışılmasına yol açmıştır. Otoriter rejimlerin hüküm sürdüğü Kuzey Afrika’daki ve Ortadoğu’daki statüko, üç temel alana dayanmaktadır. Bölgenin kültürel/ dinî yönü, devletlerin sosyo-ekonomik durumu ve rejimlerin politik/ kurumsal dinamikleri şeklinde sıralanan bu alanlar, birbiriyle kaçınılmaz bir ilişki içindedir7 . Nitekim Volpi’nin işaret ettiği bu hususlar, Arap Baharı sürecinde bölgeye yönelik olarak sıklıkla tartışılan konu başlıklarıdır. Bahsi geçen hususlar aynı zamanda, sorunlu herhangi bir bölgede ortaya çıkan/çıkacak krizler bakımından da az veya çok geçerlidir/geçerli olacaktır. Zira bu hususlar, gerek içerik gerek nitelik olarak ve gerekse zaman-mekân ilişkisi bakımından, sınırları oldukça geniş meselelerdir.

Arap Baharı’nın ortaya çıktığı diğer coğrafyalarla eş zamanlı olarak 18 Mart 2011’de, Dera şehrinde gerçekleşen protesto gösterileriyle birlikte Suriye’de de Arap Baharı süreci başlamıştır. Protestoların gerekçesi ise reşit olmayan 15 öğrencinin duvara yazdığı ve “halkın rejimi sona erdirmek istediğine” yönelik bir slogan sebebiyle öğrencilerin tutuklanması ve bu öğrencilere yapılan işkencedir. Mısır’daki gösteriler esnasında kullanılan ve El Cezire’de yayınlanan görüntülerle sloganı öğrendikleri anlaşılan öğrencilerin velileri, kendi kabile ilişkilerini harekete geçirerek protesto gösterilerini başlatmış ve bu gösteriler, hızla kitleselleşmiştir.

Öğrencilerin tutuklanması ve gördükleri kötü muamele sebebiyle başlayan gösteriler, kısa sürede Şam, Halep, Hama, Humus, Lazkiye, Banyas, Deyr-i Zor gibi önemli şehirlere de sirayet etmiştir. Haziran 2011 itibarıyla her Cuma günü, 100.000’den fazla insan gösterilere katılmıştır. Bugüne kadar karşılaşmadığı bir muhalefet dalgasıyla karşılaşan Suriye yönetimi, sert tedbirlere başvurmuştur. Rejim askerlerinin sivil halka ateş açarak ölümlere sebep olmasıyla tırmanışa geçen olaylar, günümüze kadar devam eden iç savaşa dönüşmüştür9 . Rejimin güvenlik güçleri üzerinden yaptığı müdahale, oldukça sert olmuştur. Bu sertlik ve Baas rejiminin talimatlarına riayet, Arap Baharı coğrafyası içinde ayrı bir yer tutmaktadır. Her ne kadar Baas rejimi Suriye Ordusu’na ve diğer güvenlik unsurlarına tamamen hâkim olmasa da özellikle seçkin birliklerin tamamı, Esad’a bağlıdır ve bu bağlılık, Tunus veya Mısır ile kıyaslandığında, çok daha organik ve yakındır. Arap Baharı sürecinde, olayların gerekçesi ve seyri ile ilgili yaklaşım farkı, diğer bölgelerde, iktidar ile güvenlik güçleri arasındaki tutum açısından daha üst düzeydedir.

Arap Baharı süreci başladığında, söz konusu halk hareketlerinin Suriye’ye çok etki etmeyeceği düşünülmüştür. Bu kanaatin ortaya çıkmasında, “müşfik diktatör” olarak nitelendirilen Beşar Esad’ın iktidara geldikten sonra gerçekleştirdiği nisbî modernizasyon politikası ile Arap liderler içinde Esad’ın yeni nesli temsil ettiği kanaati ve Suriye’nin türdeş toplum yapısı gibi gerekçeler dile getirilmiştir. Bununla birlikte, kısa sürede bu değerlendirmelerin doğru olmadığı anlaşılmıştır.

Suriye’deki durum, ilk aylarda sivil protesto gösterileriyle başlamıştır. Yönetimde değişimden ziyade, reform talebi söz konusudur. Kötü ekonomik koşullar, rejimin Şii karakteri, siyasal değişim gibi konular öne çıkmıştır. Bu noktada, Suriye’deki genç neslin gösterilerdeki rolüne işaret etmek gerekmektedir. Zira Arap Baharı’nın yaşandığı diğer coğrafyalarda olduğu gibi Suriye’de de gençlik, sürecin başında oldukça etkindir ve olayların yönlendirilmesinde dikkat çekici bir rol oynamıştır. Beşar Esad’ın, iktidarının ilk 10 yılında gerçekleştirdiği reformlar ve dış dünyayla iletişim kurma çabaları, Hafız Esad dönemini bilmeyen veya hatırlamayacak kadar küçük olan, iletişim teknolojisi ve sosyal medya yoluyla dünyadan haberdar ve daha iyi bir gelecek arzu eden genç kuşakların yetişme dönemiyle çakışmaktadır. Suriye’ye sıçrayan/sıçratılan Arap Baharı sürecinde, bu genç kuşağın tesiri oldukça fazladır. Her ne kadar Beşar Esad’ın reform çabaları, Hafız Esad dönemiyle mukayese edilemeyecek derecede ileri adımlar olarak görülse bile oğul Esad’ın attığı adımlar ile genç kuşakların talepleri arasında büyük bir fark vardır. Bir yandan rejimin geleneksel yaklaşımını devam ettirmesi ve otoriter vasfı, diğer yandan uluslararası güçlerin dahli, öte yandan da taleplerinin karşılanmasında yetersiz kalınan genç kuşakların çatışmaya ve şiddete daha yatkın tavrı, olayların körüklenmesinde önemli etkenler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Suriye’de rejim karşıtı gruplar, olayların başlamasından kısa bir süre sonra tek çatı altında örgütlenmek üzere harekete geçmiştir. Bu çerçevede, muhtelif devletlerde toplantılar yapılmıştır. Ortaya çıkan tabloda, Esad rejimine geleneksel olarak muhalefet eden Sünnî merkezli dinî muhalefetin yanına, yeni muhalif gruplar ile etnik merkezli Kürt muhalefeti ve KİP (PKK)’in13 Suriye uzantısı DBP/HSB (PYD/YPG)14 terör örgütü de eklenmiştir.

Suriye krizinde silahlı grupların ortaya çıkışı, 2011’in yaz aylarından itibaren başlamıştır. Rejimin askerî tedbirleri arttırması ve daha da sertleştirmesi, önce “Suriye Özgür Subaylar Hareketi”ni başlatmış ve ardından da yaz sonunda “Özgür Suriye Ordusu” isimli silahlı yapı kurulmuştur. Suriye muhalefetinin değişik unsurlarının da silahlı mücadele başlatmasıyla birlikte siyasî ve askerî boyutu derinleşen krizde, Suriye rejimi ülkenin pek çok yerinde kontrolü kaybetmeye başlamıştır. Bununla birlikte silahlı muhalefetin başlaması, Esad açısından daha elverişli ve meşru bir gerekçe yaratmış ve sivillere nazaran daha katı uygulamalar, silahlı gruplar üzerinde gerçekleştirilmeye başlanmıştır16. Bu arada devreye, uluslararası terör örgütlerinin uzantıları da girmiş ve Suriye’de pek çok örgüt, iç savaşın bir parçası olmuştur. Bunlar içinde öne çıkan, “Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD/DEAŞ)” isimli örgüttür. IŞİD’in 2013’te ortaya çıkması ve Suriye ile Irak’ta oldukça geniş bir bölgenin kontrolünü ele geçirmesi, Suriye’deki çatışmaların derinleşmesine ve yaygınlaşmasına yol açmıştır.

Zor durumda kalan Esad rejimine önce İran, ardından Rusya Federasyonu (RF) yardım etmiş ve Suriye’de, bahsi geçen bu taraflar açıkça rejimle birlikte hareket etmeye başlamışlardır18. RF’nin ve İran’ın denkleme dahil olması, Suriye’deki dengeleri aşama aşama değiştirmiştir. Bu arada Amerika Birleşik Devletleri (ABD) de uyguladığı şiddet sebebiyle Beşar Esad’ı kınayan ve meşruiyetini kaybettiğini ileri sürerek görevden çekilme çağrısı yapan politikasını değiştirerek IŞİD ile mücadeleyi esas alan bir yaklaşım geliştirmiş ve müttefik olarak da DBP/HSB terör örgütünü tercih etmiştir.

Türkiye ise bütün bu süreçte, ilk aşamada, Suriye’deki muhalif gruplarla birlikte hareket edip rejimin değişmesi yönünde bir politika belirlemiştir. Bununla birlikte RF’nin ve İran’ın desteğini alarak güçlenen Şam rejiminin yanında, IŞİD’in ve DBP/HSB’nin güney sınırlarımızda etkinlik kazanması, Türkiye’nin önceliklerini değiştirmesine yol açmıştır. Suriye meselesinde RF ve İran ile inişli-çıkışlı bir ilişkisi olan Türkiye, özellikle RF ile olan ilişkilerinde çatışma noktalarından ziyade, matematikteki “OKEK (Ortak Katların En Küçüğü)” benzeri bir yaklaşımla uzlaşılabilecek hususları öne çıkararak Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı askerî harekâtlarını gerçekleştirmiştir. Böylece Türkiye, ilk defa sahada, gerçek anlamda etkinlik kazanmıştır.

Gelinen noktada Şam rejimi, Fırat’ın batısında genellikle hâkim olmuştur ve iç savaşın başından beri, en güçlü konuma ulaşmıştır. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekât bölgeleri ile birkaç küçük bölge ve İdlib dışında, kontrolü tamamen ele almıştır. Bu durumun ortaya çıkmasında, başta RF’nin ve İran’ın fiilî desteği, çok büyük bir rol oynamıştır. Öte yandan Fırat’ın doğusunda ise ABD destekli DBP/HSB’nin yaygın fiilî egemenliği ve Barış Pınarı harekât bölgesinde Türkiye destekli Suriye Millî Ordusu’nun20 varlığı söz konusudur.

Suriye’de bir çözüm için tarafların her birinin kendine has tutumları bulunmaktadır. Dolayısıyla kısa vadede çok uzlaşılır durumda olmayan bu tutumların, ortak bir paydada nasıl buluşacağı belirsizliğini korumaktadır. Zira taraflar, Suriye içinde bölgeye, zamana, gelişmelere ve değişen hedeflerine göre eş zamanlı olarak farklı tutum takınabilmekte; muhtelif ittifak ilişkilerine girebilmektedir. Bu bağlamda, Suriye krizinin ortaya çıktığı günden bugüne kadar sahada pek çok sürprizin yaşandığı gözlenmiştir. Kısacası, kalıcı bir çözümün nasıl ve hangi zeminde gerçekleşebileceği, çok öngörülebilir değildir.

 

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar