İstanbul
DOLAR18.6215
EURO19.4637
ALTIN1050.2
Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN

Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN

Mail: [email protected]

Barış İçin Akademisyenler Bildirisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin Tutumu

Barış İçin Akademisyenler Bildirisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin Tutumu

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 2019 yerel seçimlerinden bu yana, kamuoyunu etkilemek ve sürekli olarak “erken seçimin yapılması gerektiği” algısını pekiştirmek için pek çok konuyu gündeme taşımaktadır. Gündeme getirdiği konuları da çoğunlukla çarpıtmakta ve kamuoyunu yanlış bir şekilde yönlendirmektedir. Bunlardan biri de 11.01.2016 tarihli ve “Bu Suça Ortak Olmayacağız!” başlıklı bildiridir. Bahsi geçen bildiri, Türkçe ve Kürtçe kaleme alınarak 1128 imzayla aynı tarihte kamuoyuyla paylaşılmış ve 20.01.2016 tarihinde de 2212 akademisyenin imzasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’ne sunulmuştur. İlerleyen süreçte bu bildirinin adı, “Barış İçin Akademisyenler” adı altında örgütlenen imzacı akademisyenler sebebiyle “Barış İçin Akademisyenler Bildirisi (BAB)” olarak yaygınlaşmış; imzacı akademisyenler için ise “Barış Akademisyenleri” tabiri kullanılmaya başlanmıştır.

BAB’a imza atan akademisyenler için resmî düzeyde muhtelif işlemler tesis edilmiştir. İdarî anlamda soruşturmaların yanında, ceza davaları da açılmıştır. Ayrıca 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen hain darbe girişiminin ardından ilân edilen Olağanüstü Hâl (OHAL) döneminde de 406 imzacı akademisyen, kamu görevinden ihraç edilmiştir. CHP’nin birkaç ay önce hazırlattığı, gerek sosyal medyada yayınlanan gerekse bazı üniversite yerleşkelerinin giriş kapısına yakın yerlerdeki billboardlarda sergilenen afişlerde dile getirilen “Barış Akademisyenleri işinin başına dönecek.” içerikli vaadi, bahsi geçen bu ihraç edilmiş 406 akademisyeni kapsamaktadır. Bu sebeple aşağıda, bildirinin ortaya çıkış sebebi, içeriği ve içeriğinden kaynaklı olarak uluslararası hukuk açısından niteliği üzerinde durulacaktır.

11.01.2016 tarihli BAB, 24.07.2015’ten itibaren başlayan ve “Hendek Operasyonları” olarak bilinen terörle mücadele operasyonlarıyla alakalı olarak kaleme alınmıştır. “Çözüm Süreci” olarak bilinen dönemde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin otoritesini fiilen işletmediği süre zarfında, bazı şehir ve ilçe merkezlerinde PKK’nın fiilen otorite kullanmaya başlamasıyla birlikte terör örgütü, güvenlik güçleriyle kapsamlı bir çatışma için pek Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN MHP Genel Sekreter Yardımcısı Barış İçin Akademisyenler Bildirisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin Tutumu SAYI 159 · 2022 19 çok hazırlık yapmıştır. Bu hazırlıklardan biri de yerleşim yerlerinde, özellikle HDP’li belediyelerin iş makinesi ve benzeri donanım desteğiyle kazılan hendekler ve oluşturulan barikatlardır. Ayrıca pek çok meskene de bu amaçla PKK tarafından el konulmuştur. Ortaya çıkan manzara adeta, terör örgütünün dağdaki hazırlıklarının şehir ve ilçe merkezlerine sirayet etmesi şeklindedir. 24.07.2015 tarihinde başlayan operasyonlar neticesinde, bütün bu hazırlıklar çökertilmiş ve pek çok terörist etkisiz hâle getirilmiştir.

BAB’ın içeriğine bakıldığında ilk dikkat çeken husus, doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hedef alınmasıdır. “Kürt halkı başta olmak üzere tüm bölge halklarına” şeklinde bir ifadeyle siviller kast edilerek, ilân edilen sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte ağır silahlarla saldırılar yapıldığı belirtilmiştir. Bu kapsamda, “açlığa ve susuzluğa mahkûm edilme”; yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere hemen bütün hakların ve özgürlüklerin ihlâl edildiği iddia edilmiştir. Bahsi geçen saldırıların “planlı ve kasıtlı bir kıyım” olduğuna dikkat çekilmiş; Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmalar ile uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası emredici hukuk kurallarının ağır bir şekilde ihlâl edildiği ileri sürülmüştür. Bunun yanında, uygulanan “katliam ve bilinçli sürgün” politikasından vazgeçilmesi, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılması, insan hakları ihlâllerinden sorumlu olanların cezalandırılması, vatandaşların uğradığı zararların tazmin edilmesi talep edilmiştir. Zarar tespiti için ise “ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin operasyon bölgelerine girerek gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesi” de istenmiştir. BAB’ın son kısmında ise hendek operasyonları dışında, genel olarak PKK terör örgütünün talepleri dile getirilmiş ve örgütün kullandığı dilin aynısı kullanılmıştır.

BAB değerlendirildiğinde, aşağıdaki sonuçlara varmak mümkündür: 1- Her şeyden önce bildiri, PKK’nın yıllardır kullandığı dili ve özellikle de kavramları kullanmaktadır. Bunlardan ilki, “barış” kavramıdır. Uluslararası hukuk açısından bakıldığında barış kavramı, savaş sonucunda ortaya çıkan ve savaşı bitiren resmî metinleri nitelendirmek için kullanılmaktadır. Savaş ise iki meşru taraf arasında yani iki devlet arasında mümkün olabilmektedir. Taraflardan birinin uluslararası hukukta meşru kabul edilmeyen bir yapı olması hâlinde, savaş kavramı kullanılmamakta ve çatışma kavramı tercih edilmektedir. Savaş kavramı kullanılmadığında ise doğal olarak savaştan kaynaklanan barış kavramı da kullanılamaz hâle gelmektedir. Bir başka deyişle terör örgütüyle mücadele eden bir devlet, savaş ve dolayısıyla barış kavramlarını kullanmaz. Bu kavramlar, özellikle de barış kavramı, günlük dilde anlaşıldığı şekilde değerlendirilmez. PKK’nın kendini meşrulaştırmak için uzun yıllardır yaptığı bilinçli bir saptırmanın sonucunda kullandığı ve maalesef kamuoyunda yerleşmiş bulunan barış kavramı, bu bildirinin başlığına da akademisyenlerin oluşumunun adına da geçmiştir. Bu yönüyle bakıldığında, son derece bilinçli bir şekilde ve saptırılmış anlamıyla barış kavramının kullanıldığı anlaşılmaktadır.

BAB’ın son kısmı ise tamamen örgüt dilinin kullanıldığı bir bölüm olarak dikkat çekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile PKK arasında gerçekleşmesi kast edilen “müzakere koşullarının hazırlanması” ve “kalıcı bir barış için çözüm yolları kurulması”, HDP’nin taleplerinin kast edildiği ve PKK tarafından belirlenen “Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren yol haritası oluşturulması”, terörle mücadele kapsamında yapılan uygulamaların kast edildiği “Devletin vatandaşlara uyguladığı şiddet”, yine terörle mücadele kapsamında yapılan uygulamaların ve hukukî düzenlemelerin kast edildiği “siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımları” şeklindeki ifadeler, tamamen örgütün dilini yansıtmaktadır. Kısacası, BAB’ın dili ile PKK’nın dili, tamamen aynıdır.

2- BAB’ın Hendek Operasyonlarını nitelendirirken kullandığı kavramlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin soykırımla suçlanması anlamına gelmektedir. Metinde “soykırım” kavramı kullanılmamakla birlikte, uluslararası hukuk açısından değerlendirildiğinde, soykırım suçunun bütün unsurları tek tek belirtilmektedir. Uluslararası hukuk açısından soykırım suçu temelde, 09.12.1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi (1948 Sözleşmesi) ile düzenlenmiştir. 17.07.1998 tarihli Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü (Roma Statüsü) de 1948 Sözleşmesi’ndeki düzenlemeyi aynen kabul etmiştir. BAB’ın da bahsi geçen bu iki metin dikkate alınarak kaleme alındığı anlaşılmaktadır.

BAB’a bakıldığında “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” fail olarak belirlenmiştir zira metinde mağdur olarak belirlenen “başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halkları”na karşı, fail kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti ağır silahlarla saldırmıştır. Türk devleti, sokağa çıkma yasağı ilân ederek bahsi geçen halkları, “fiilen açlığa ve susuzluğa” mahkûm etmiştir. Operasyonlarda “yaşam hakkı”nı, “işkence ve kötü muamele yasağı”nı ihlâl etmiş, “katliam” gerçekleştirmiştir. Ayrıca söz konusu operasyonlar sebebiyle taşınan vatandaşların olması münasebetiyle “bilinçli bir sürgün politikası” da uygulamıştır.

Bir önceki paragrafta italik olarak yazılan bütün ifadeler, bilinçli bir yazım olduğunu göstermektedir. Zira 1948 Sözleşmesi’nin 2. maddesi ile Roma Statüsü’nün 6. SAYI 159 · 2022 21 maddesi, soykırım suçunun tanımlandığı maddelerdir. Söz konusu maddelere göre soykırım suçunun mağdurları, dört grup hâlinde sıralanmıştır ki bunlar etnik, dinî, ırkî ve millî gruplardır. “Kürt halkı” tabiri, etnik grubu karşılamak üzere BAB’ı kaleme alan(lar) tarafından özellikle zikredilmiştir.

Soykırım suçunun gerçekleşmesi için gereken eylemler, 2. ve 6. maddelerde beş bent hâlinde sıralanmıştır. Bahsi geçen maddelerin ilk üç bendinde sırasıyla “gruba mensup olanların öldürülmesi”, “grubun mensuplarına ciddi surette bedenen veya zihnen zarar verilmesi” ve “grubun bütünüyle veya kısmen, fizikî varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek” eylemleri düzenlenmiştir. Buna göre “yaşam hakkı”nın ihlâli ve “katliam” tabirleri ile ilk bentteki “gruba mensup olanların öldürülmesi”, “işkence ve kötü muamele yasağı” ile ikinci bentteki “grubun mensuplarına ciddi surette bedenen veya zihnen zarar verilmesi”, “fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etme” ve “bilinçli sürgün politikası” ile üçüncü bentteki “grubun bütünüyle veya kısmen, fizikî varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek” kast edilmektedir. Dolayısıyla BAB’ın yazar(lar) ının kullandığı ifadeler ile uluslararası hukuk açısından soykırım suçu için sıralanan eylemler arasında, tam bir örtüşme söz konusudur. Bu da kullanılan dilin hiç de tesadüf olmadığını göstermektedir

Gerek 1948 Sözleşmesi gerekse Roma Statüsü açısından bakıldığında, soykırım suçunu diğer suçlardan ayıran temel bir özellik bulunmaktadır ki o da “özel kast” unsurudur. Soykırım suçu da pek çok suç gibi kasten işlenebilen bir suçtur. Bir başka deyişle kastın iki unsuru olan “bilme ve isteme” gereklidir. Fakat soykırım suçu için ayrıca “özel kast” gerekmektedir. Bir başka deyişle fail veya failler, beş bent hâlinde sayılan eylemlerden en az birini, dört gruptan en az birine karşı gerçekleştirmeli; bu eylemleri de mağdur veya mağdurlar, o grubun üyesi olduğu için onlara yöneltmelidir. Örnek vermek gerekirse fail veya failler, mağdurun veya mağdurların zenci, beyaz (ırkî grup), Müslüman, Hristiyan (dinî grup), Türk, Alman (millî grup) veya Yörük, Frank (etnik grup) olmaları münasebetiyle sayılan eylemlerden birini bunlara karşı gerçekleştirmelidir. Bu eylemlerin gerçekleştirilmesi sırasında, fail veya failler için bu gruba aidiyet bir önem taşımıyor ise soykırım suçu gerçekleşmez, bir başka suç işlenmiş olur. Dolayısıyla özel kast unsuru, soykırım suçu için ayırıcı ve anahtar bir vasıftır. BAB metninde de “bu kasıtlı ve planlı kıyım” ibaresi kullanılarak özel kast unsurunun da gerçekleştiğine dikkat çekilmiştir. Zira uluslararası ceza mahkemelerinin verdiği kararlarda, planlı ve sistematik uygulamaların ya da ayrımcı, dışlayıcı söylemlerin ve uygulamaların varlığı hâlinde, özel kast unsurunun gerçekleştiği kabul edilmektedir

BAB’ın soykırım suçu çerçevesinde, elde etmek istediği hedeflerden birisi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uluslararası müdahaleye maruz bırakılmasıdır. Zira gerek 1948 Sözleşmesi gerekse Roma Statüsü bakımından soykırım suçu için sorumluluk ayrı ayrıdır ve uluslararası müdahaleye açık bir durum söz konusudur. 1948 Sözleşmesi bakımından hem devletler hem de gerçek kişiler bakımından sorumluluk söz konusu iken Roma Statüsü bakımından sadece gerçek kişilerin sorumluluğu söz konusudur. 1948 Sözleşmesi’nde devletlerin sorumluluğu bakımından Uluslararası Adalet Divanı, gerçek kişiler bakımından ise temelde, suçun işlendiği yer mahkemesi yetkilidir. Roma Statüsü bakımından ise yalnızca taraf devletlerin vatandaşları bakımından Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne yetki tanınmıştır.

Kaynak: Kutlu Sesleniş Dergisi

BAB’daki “vatandaşların uğradığı zararın tespiti için ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin operasyon bölgelerine girerek gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesi talebi” doğrudan doğruya, Türkiye’nin devlet olarak ve BAB’a göre suçu işleyen gerçek kişilerin yargılanmasının önünü açmak adına kullanılan ifadelerdir. Devlet olarak sorumluluk için bir başka devletin Uluslararası Adalet Divanı’na başvurması gerekmektedir. Uygulamada düşük bir ihtimâl olan bu seçeneğin işlememesi durumunda, Roma Statüsü’ne göre gerçek kişilerin yargılanabilmesi için gözlemleme ve raporlama yoluyla tespit yapılması hedeflenmektedir. Her ne kadar Türkiye, Roma Statüsü’ne taraf değilse de Roma Statüsü’nün 13. maddesinin b bendine göre Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, alacağı bir kararla Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcılığı’nı harekete geçirebilir. Nitekim Darfur’da gerçekleşen eylemlerle ilgili olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, aldığı bir kararla Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcılığı’na bildirimde bulunarak taraf olmayan Sudan’ın Devlet Başkanı Ömer El Beşir de dahil olmak üzere 50’den fazla isim hakkında soruşturma açılmasını sağlamıştır. 11.04.2019’da darbeyle iktidarını kaybeden Beşir’in, Sudan ile Uluslararası Ceza Mahkemesi arasında imzalanan mutabakat zaptı ile yargılanmasına karar verilmiştir.

Yukarıda bahsedildiği üzere BAB metninde, açıkça soykırım denmemekte ancak soykırım suçunun bütün unsurları, tek tek dile getirilmektedir. BAB’da geçen, “Türkiye’nin kendi hukukunun ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlâli” şeklindeki ifade de soykırım suçuna işaret etmektedir. Zira Türkiye, 1948 Sözleşmesi’ne taraftır ve bu sebeple Türk Ceza Kanunu’nda da soykırım suçu düzenlenmiştir. Ayrıca soykırım suçu, uluslararası emredici hukuk kurallarından biridir ve bu sebeple 1948 Sözleşmesi’ne taraf olmayan devletler bakımından da bağlayıcıdır. Bahsi geçen ifadelerle temelde, soykırım suçu kast edilmektedir.

Genel olarak bakıldığında, BAB’ın kaleme alınışı ve varmak istediği hedef ile PKK’nın dilinin ve hedeflerinin tamamen örtüştüğü görülmektedir. Daha da önemlisi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin terörle mücadelesini sekteye uğratmak için yeni bir sayfanın açılarak “soykırımla itham ve uluslararası müdahaleye maruz bırakma” yönünde bir stratejinin izlendiği söylenebilir. Bugüne kadar insan hakları ihlâlleri iddiasını sürekli olarak gündeme getiren PKK, bu bildiri yoluyla Türkiye’yi soykırımla suçlamakla kalmamış; uluslararası mahkemelerde, gerek devlet gerekse gerçek kişiler nezdinde yargılanması stratejisini hayata geçirmiştir. Şu hususu da hatırlatmak gerekmektedir ki soykırım suçu için zaman aşımı süresi de işlememektedir. Bu sebeple Hendek Operasyonlarıyla ilgili iddialar, her zaman gündeme getirilebilecektir.

Sonuç olarak CHP’nin “Telafi edeceğiz. Kaybettiğini yerine koyma vakti.

Fikrini söyledi diye kimseye soruşturma açılmayacak. Barış Akademisyenleri işinin başına dönecek.” şeklinde hazırlattığı afişler ve dijital görseller, BAB’ı ve BAB’a imza atan akademisyenleri masum göstererek kamuoyunu yanıltma gayretinden başka bir şey değildir. Öte yandan bu vaat, CHP’nin HDP ve PKK ile yürüttüğü örtük ilişkinin bir başka örneğidir. CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendirmesini her zaman hatırlatmanın yanında, kamuoyunun BAB ile ilgili olarak da bu yönüyle aydınlatılmasında, büyük fayda vardır. Ayrıca CHP İstanbul Milletvekili İbrahim Kaboğlu ile CHP Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Taşkın’ın BAB’a imza attıkları için ihraç edildiği ancak CHP’de üst düzey görevler alabildiği de üzerinde durulması gereken bir husustur. Bir başka deyişle CHP’nin hem Osmanlı Devleti hem de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni soykırımla itham ettiğinin ve soykırımla itham edenleri koruyup kolladığının altının çizilmesi yerinde olacaktır.

Kaynak: Kutlu Sesleniş Dergisi

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar